Adem Uysal
Memleket isterim
Bugün Memleket Gazetesi için ilkyazımı kaleme alıyorum. Neyi konu etmeliyim, neye temas etmeliyim bu ilk yazıda, doğrusunu isterseniz zorlandım bunu tesbitte. Evvelemir de bu ilkyazı nedeniyle bir farkındalık oluşturma fikri de geçmedi değil içimden. Ne var ki; farkındalık oluşturmak adına kalem oynatma fikri de sinmedi içime. Her ilk bidayette zordur dedim ve bu teselli cümlesiyle teskin ettim kendimi. Bir yığın düşünce sökün etti, olur ve olmazlar meşgul etti zihnimi. Şair’in dediği: “Sözüm odun gibi olsun hakikat olsun tek’’mısrası geldi aklıma. Evet işte şimdi oldu dedim. Beni yazmaya sevkeden saik “hakikat” olmalıydı. Bu meyanda zihin dünyamda oluşan med-cezir’ler yerini başka başka sorulara bıraktı. Hakikate sözcülük etmeliydi kalemim. Bunu yaparken odun gibi sert olmalımıydı hakikatin ifadesi ve/veya yumuşak mı olmalıydı ya da.
Bu düşünceler bağlamında bir de başlık tesbiti üzerinde düşünürken gazetemizin adı “Memleket” geldi aklıma bir de Cahit Sıtkı Tarancı’nın ‘Memleket İsterim’ başlıklı şiiri:
Memleket İsterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun
Kış günü herkesin evi barkı osun
Memleket isterim
Yaşamak sevmek gibi gönülden olsun
Olursa bir şikayet ölümden olsun.
Bu şiir de ifade edilen muhtevanın gündelik hayatta temenniden öte bir manası olabilir mi? Bu soruyu şu şekilde de düzenleyebiliriz: Arzuyla karışık bu hayat tasavvurunun gerçek hayatta bir karşılığı var mıdır? İçimden bu suale “keşke” olsaydı demek geliyor ama Hz. Mevlana’nın ifadesiyle “keşke” de oturmak ne mümkün. Vaktiyle birisi kendisine yakın olan ve satışa çıkarılan bir harabeyi şerir bir komşusu olmasın için iyi komşuluk edebileceği bir alıcıya harabeyi pazarlamak adına gezdirir ve der ki: Burayı “eğer” sen alırsan ne güzel komşuluk ederiz. Keşke burayı sen almış olsan ne iyi dost oluruz seninle derken; alıcı harabenin tepesine çıkar ve şöyle söyler: İyi söyledin, hoş söyledin ama “eğer”de “keşke”de oturmak ne mümkün.
Sıkıntı, gam, keder, dert vb. semtime uğramasın için ortaya konan çabalar sonuç verir mi dersiniz? Bir elim yağda bir elim balda olsun fikri imkan dahilinde mi? Yok böyle bir dünya,hiç olmadı ve olmayacakta.Neden mi? Sünnetullah’a aykırı bir durum çünkü.Bu tasavvur; dünyamızın ötesinde bir yerlerde ancak imkan bulabilir ama bunu dünyamız için de temenni etmenin kime ne zararı olabilir? Ne diyelim? Dertlenmek derdimizin dermanı olmalı. Yunus’un ifadesiyle bitirelim dilerseniz: “Derman aradım derdime, derdim bana derman imiş.”
Dert-derman ne muhteşem ikili.
Dertsiz bir dünya ne kadar da muhal öyle ki kabul olunmayacak duaya amin deme kabilinden... Selam ve dua ile…