Mustafa Yiğit
Mesut cinayet ya da tarihin sonu
Bugün biz ecdadımızın âlemini teşkil eden küçük evi ebediyen terkettik. Modern zamanların kirliliği etrafımızı kuşatmış bulunuyor. Artık A.Comte'nın "sosyal mühendisleri" iki yüzyıldır kurdukları "yeni dini" yeryüzünde hakim kılmaya çalışan "dünya devletini"; icad ettikleri yeni mezheplerle ve yeni ahlak anlayışlarıyla -Protestan ahlakı, Darwinist sosyal kuramlara kaynak olan güçlünün haklılığı gibi- daha güçlü kılmanın yollarını bulmuşlardır. Bu arayış devamında kısa bir zamanda; iki ayrı dünya vadeden ancak temelde insanı özüne yabancılaştıran, sosyalist ve kapitalist bloklarla modernitenin iki çocuğunu doğurdu.
Modernitenin bu iki düşman çocuğu; aydınlıklar çağının akılcılığından doğmuş olan Marksizm ve kapitalizm "yeni dinin" ilk iki mezhebi olarak dünyaya geldiğinde; geleneksel değerlere özgü hoşgörü, şeref ve haysiyet, doğruluk, sorumluluk, temizlik, nefse hakimiyet, komşu sevgisi, kahramanlık gibi sosyal hayata devamlılık bahşeden ananevi kaideler "nostaljik" takılmaların ötesini aşmayan figürler olarak tozlu raflara kaldırıldılar. Çünkü artık hür burjuvalar, komünist işçiler ya da muhafazakarlar için de tek gerçek mihenktaşı "ekonomik" alanın üstünlüğüdür. Yani yeni insan "homo economicus" adını hakeder bir görünümü de sahiplenmiştir tüm varlığıyla.
Voltaire yeni ahlak düzeninin toplumsal-iktisadi uygulamalarını şu pasajlarda ne güzel dile getiriyor: "Londra'daki Kraliyet Borsası'na bir göz atalım; birçok adliye saraylarından daha saygıdeğer, tüm milletlerin temsilcilerinin insanlığın hayrı için buluştukları bir yer. Orada Yahudi, Muhammedi ve Hıristiyan sanki aynı dine inanıyorlarmış gibi birbirleriyle muamele yaparlar ve kâfir adını sadece iflas edenlere verirler. Orada Presbiteryen, Anabaftise itimat eder, kilise üyesi Quaker'in sözüne güvenir. Ve hepsi de tatmin olurlar."
Evet "yeni din"de tapınma nesnesi "para"dır artık. Bu arada dünya devletinin görev alanı da çizilmiştir; devlet her şeyden önce mülkiyetin bekçisi, bankanın, holdinglerin, medya patronlarının birinci hizmetkârıdır. Görüldüğü gibi "mana"nm, ideallerin yok olduğu, materyalizmin yarattığı iklim içinde kâr fikri şuur ve vicdanımızın her alanını istila etmiştir. Artık en yüksek hayır zenginliktir. Ve Maraşlı Meczup Zeki'nin de belirttiği gibi "Adamın zengin olmadığı, zenginin de adam olmadığı" bir keskin viraja girilmiştir. Gerçi hak-batıl, ideal-materyal çatışmaları ilk çağlardan itibaren bizim inancımız'gereği de vardı. Çünkü insan iki kutuplu bir yaratıktı ve menfaat gözetmeksizin çalışanlar, idealleri uğruna savaşanlar tarih boyunca mürai ve akılsız telakki ediliyorlardı. Ya Sokrat gibi "Baldıran zehrine" reva görülüyor, ya da Hz. İsa gibi çarmıha geriliyorlardı. Yıllar boyunca bu çatışmalara şahadet eden tarih artık oyunun son sahnesini modernizm için dekore etmiştir. Oyuncularda Tanrı'nın sadece bir kere de yarattığı ondan sonra da terkettiği madde dünyasında "homo economicus" bir varlık olarak "görünmez bir ele" tevdi edilmiştir. Modern çağın anlayışı, "zincirlerinden başka varlığı olmayan" bir insanı doğurmuştur. Gerçi bu tür insan aynı zamanda Batı'nın "Feliks kupa" dediği “Mesud Cinayet”i yaşadığının farkında değildir. Bu hürriyeti Alexis Carrel çok çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermektedir: "Hiçbir şeyi olmayanlara mesken olarak in gibi bir yerden başka in gibi bir yere, bir meyhaneden başka bir meyhaneye gitmek hürriyeti vardır... Demokratik hürriyet ancak mal, mülk ve para sahipleri için vardır. Sistem yalnızca onların servetlerini arttırmalarına, bu dünyanın nimetlerinden yararlanmalarına izin verdi. Bu durum aynı zamanda kendi içindeproleteıya'yı icat etmiştir... Milletleri düşman sosyal sınıflara bölmüştür. Liberalizm gibi Marksizm'de ekonomik olana öncelik bahşediyor, yalnız proleterlere teorik hürriyet bahşediyor, öteki sınıfları ortadan kaldırıyor.”
Bu dönem, görüldüğü gibi, O. Spengler'in sözünü ettiği bir uygarlık tipolojisidir. Artık sanayi ve sanayi sonrası dönemde özü itibarı ile kentleşen halk çözülerek kitleye dönüşmüştür. Devlet, millet ve sosyal tabakalar parçalanma eğilimindedirler. Şehir büyümüş ve patolojik bir megapolis halini almıştır. Bu çözülüş döneminde bireylerin binlerce yıldır üstlendikleri roller de erozyona uğramıştır. "Herşeyden önce ana olan köylü kadını, megapolis-lerde; ister Paris'te, ister Newyork'ta olsun, ister Lao Tiu Çin'inde ya da Çartova Hindistan'ında olsun, çocuksuz bir Ibsen kadındır. Bir Nora ve Nana'dır"
Sizin de şahit olduğunuz gibi modern toplum, bireyin zincirlerinin, şekil değiştirdiği, yeni bir köleliğe, kavram köleliğine ya da "izm"lerin dayanılmaz hafifliğine dönüşmüştür. Artık İzm'lerin cirit attığı bir kütle toplumu, "tek boyutlu insan" yaratmıştır. (HerbertMarcuse) Komünizm, faşizm, sosyalizm, feminizm ve bilimum izm'ler, üstad Cemil Meric'in enfes deyimiyle "idrakimize giydirilmiş deli gömlekleri" modern dünyanın yeni "10 Emir"i olarak
beynimizi kiralamıştır ve huysuz bir kiracı gibi "iman" evimizden çıkmaya niyeti yokmuş gibi görünmektedir. Yaşlı dünyamız bununla birlikte yeni bir savaşa da şahitlik etmektedir. Eski çağların din savaşları yerini komünist-kapitalist, feminist-anti-feminist vb... olarak tanımlayan insanların çatışmalarına bırakmıştır. 10. yüzyıl dünya vatandaşı bu çatışmalarla bir "şok"u (Toffler) yaşamakta, kimbilir belki de "Tarihin Sonunun” çığırtkanlığını yapmaktadır.