Prof. Dr. Ali Akpınar
Mevlânâ bizim, biz ne kadar Mevlânayız?
Mevlâna, Konya olarak bizim önemli değerlerimizden biridir. Konyalılar olarak onu tanımak ve tanıtmakla yükümlüyüz. Şayet bizler kendi değerlerimizi sahiplenmezsek, başkaları onları sahiplenecekler ve kendilerine göre yorumlayıp belki de istismar edeceklerdir.
Her şeyden önce Hz. Mevlânâ, bir insandır. Her insan gibi hatası ve sevabıyla bir insan. Zira Peygamberlerden başka hiç kimse masum/günahsız değildir. Mevlânâ gibi, on binlerce beyitten oluşan eserler kaleme almış, çok konuşmuş ve yazmış olan bir kimsenin de, söyledikleri üzerinde olumlu olumsuz şeyler söylenebilir. Önemli olan bu değerlendirmeler insaf ölçüleri içerisinde, iyi niyetli olarak yapılsın ve yapıcı olsun. Tabi ki onun hakkında konuşabilmek için, onu doğru bir şekilde tanımak gerekir. Bunun için de onun kendi eserleri ortada ve okunmayı beklemektedir.
İkinci olarak Hazret, Kur’ân ve Sünneti kendisine şiar edinen bir İslam âlimidir. Onun babası, âlimlerin sultanı/Sultanü’l-Ulema unvanına sahiptir. Babasının vefatıyla Mevlâna, onun medresesine müderris olmuş ve yıllarca bu görevini ifa etmiştir. Bu nedenle ona Hünkâr ve Molla i Rum denilmiştir. Dolayısıyla onu, Kur’ânsız, Sünnetsiz tanımak ve tanımlamak mümkün değildir. Böyle bir tanımlama, ben Kur’ân’ın kölesiyim, Hz. Muhammed’in yolunun tozuyum diyen hazreti anlamamak demektir.
Mevlânâ ömrünün en verimli çağlarını Konya’da geçirmiş ve Konya’da vefat etmiştir. Geçip giden asırlar, onu ne unutturabilmiş ve ne de eskitebilmiştir. Bugün Mevlâna, eserleriyle-fikirleriyle dillerdedir, onun sevgisi de gönüllerdedir. Bugün nice insan, daha hayatta iken unutulup giderken, çoğu insan vefatından sonra hiç hatırlanmazken hazret, dünya çapında anılmaktadır. Bu onun, herkesi kucaklayan evrensel fikirlere sahip oluşunun açık bir kanıtıdır. O halde onu unutulmaz kılan bu hususların iyi bir şekilde incelenmesi gerekmektedir.
Bu meyanda Mevlânâ’yı anma merasimlerinde yapılan semâ törenlerinden ibaret saymak da isabetsizdir. Semâ, ihlas ve samimiyetle yapılmak kaydıyla bir nevî toplu zikir sayılabilirse de onu müstakil bir ibadet olarak görmek doğru değildir. Zira İslam’da namaz, oruc, hac, zekat gibi ibadetlerin tespiti dinin sahibi tarafından belirlenmiştir. Nitekim kaynaklarımızdaki bilgilere göre Hazretin birkaç sefer cezbeye katılarak semâ döndüğü bildirilmekte olup o ömrü boyunca sürekli semâ yapan biri değildir.
Mevlânâ şehri Konya’da yaşamak, Konyalı olmak, Mevlânâ ile övünmek için yeterli değildir. Mevlânâ’nın türbesini ziyaret etmekle de iş bitmez. Mevlânâ şehrinin sakinleri olarak, Mevlânâ’yı ne kadar tanıyoruz, onun eserlerinin ne kadarını okuduk? Daha önemlisi onun herkesi kucaklayan, herkesi kurtarmak isteyen hoşgörü ahlakını ne kadar yaşıyoruz? Mevlâna şehirli olanlara, kin nefret yakışmaz. Aldatma yakışmaz. Düşmanlık yakışmaz. Kötülükler yakışmaz. Bu olumsuzlukları hayatımızdan ve Konyamızdan sürüp çıkarmadan, Mevlânâ’nın hemşehrisi olmakla övünme hakkımız da olmayacaktır.