yazar-64
“Mütedahil Daireler”
İnsan gerek iç dünyası itibariyle gerekse de fizikî veya metafizikî düzlemde çevresiyle kurduğu, ilişkiler itibariyle pek çok şeyle alakadar olarak yaratılmış bir varlıktır. Çevresinde meydana gelen olumlu veya olumsuz fiziki veya metafizikî dönüşümler değişimler ve mevcelenmeler insanı çok yakından alakadar eder. Ve bu hadiseler insanın o zaman içerisindeki psikolojik durumunu da tayin eder. Televizyonda izlediği bir haber, gazetede okuduğu yazı, raflarda görüp merak ederek aldığı kitap(türü ve mahiyeti ne olursa olsun) dinlediği müzik, gördüğü resim ve ilh…Mesela Filistin’de veya Beyrut’ta İsrailli militanların yaptığı kasıtlı soy kırım yüzünden üzülen hatta bu yüzden yatağa dahi düşecek derecede hassasiyete sahip insanlar vardır. Tabi ki bir hadiseye verilen tepkinin mahiyeti de insandan insana değişir ki bu da insanın iç dinamikleri ile ilgili bir durumdur. Ama bu tepkisel değişiklik bir de insanın aldığı kültüre, birikime ve eğitimi de dayalı olarak kendi iç dünyasında, hafızasında, önem itibariyle yaptığı sıralamaya da dayalı olarak da ortaya çıkar.
İşte burada da akıllara yazımızın da esasını teşkil eden şu soru gelir: “Peki gerek sosyal anlamda gerekse ferdi planda kâmil manada bir huzur elde etmek için ferde, kurumlara yahut topluma ne gibi ödevler düşmektedir?” Biz bunlardan birincisi ve en önemlisi üzerinde duracağız:
İşin ehli asrın büyük bir Mütefekkirinin yaptığı tespit burada bizim için bir reçete mahiyeti taşımaktadır. Hatta sadece bizim için değil, insan denilen muamma ile alakadar bütün bilim dallarıyla ilgilenen, pedagoglardan, psikologlara ve hatta sosyologlara varana kadar bu benzeri sahada uzman kişilerin kulak vermesi gerekli olan bir tespit ve belki de çağın pek çok hastalığı göz önünde bulundurulursa önemli bir teşhistir de… İnsanın alakadar olduğu daireler itibariyle yapılan bu tespite/teşhise göre, bu dairelerin önemi en dardan en genişe “makusen mütenasip” (ters orantılı) bir sıra takip eder. İnsan için en dar daire kendi ruh dünyası, dış dünya ile olan münasebeti, sağlığı ferdi ilkeleri, maddî ve mânevî değerleri, bu değerlerin öncelikleri şeklinde sadece kendisiyle ilgili olan ve onun davranış mekanizmasını belirleyen saiklerdir. Böylelikle çevresinde gördüğü aksaklıkları durmadan eleştiren ve her şeyden şikâyet eder hale gelen bir varlık olma tehlikesinden kurtulur ya da varsa o durumu en aza indirgemelidir.
En küçük şey en büyük şeyin numunesidir ilkesine göre kendi iç dünyasındaki aksaklıklara dikkat etmeli âmiyâne bir tabirle önce kendini sıkı bir kontrol altına almalı kendini sorgulamalıdır. Bu sorgulama sadece dış dünya ve ona dair münasebetler olarak dar çerçevede değil aynı zamanda varlığının esasını teşkil eden ruh yapısını da iyi ayarlamalıdır. Mesela dindarlık iddiasında bulunan bir insan kendi manevi dinamiklerini, bir takım manevi kaideleri yerine getirmeden, dininin temel prensiplerinden biri olan yapmadığını söyleme halini bir alışkanlığa dönüştürürse bu belli bir dönem sonra bütün fertlere yayılan salgın bir hastalık halini alır. Toplumda dînî ve millî değerlerin istismarı daha kolay hale gelir ve bundan nasiplenecek kimselerin ekmeğine de yağ sürülmüş olur. Her insan öncelikle, iki üç dakikalık bir zevk, bir öfke, ya da kapıldığı anlık bir fitne atmosferi yüzünden yolu mahkemelere, hastanelere, hapishanelere ve nihayet mezaristana düşmeden evvel kendini hesaba çekmelidir. Yaptıklarıyla, konuştuklarıyla, kendini hesaba çekmelidir. “İzlediğim televizyon programı benim aldığım kültüre ve değerlere karşı ne gibi bir etkiye sahip, izlemeden önce nasıldım şimdi nasıl bir vaziyet kesbettim?
Okuduğum romandaki masum gibi gözüken ama hayali gözümden gitmeyen sahneler ruhumda ve bedenimde ne gibi bir inkılaba sebep oldu? Ben falan şahsın aile durumunu özel durumunu kurcalayıp sağda solda bunun derdindeyken bir başkası benim haberim olmadan arkamdan bunları yaparsa ben neler hissederim? Biri falanca kişinin ardından iftira attı bu kulaklar tüyü dahi kıpırdamadan dinledi; aynı şey bana yapılsaydı…” Ardından kendi ile alakadar ikinci önemli daire gelir. AİLE: “Ben falan kahvehanede nutuk atıp, vatan kurtarma derdinde ve lafla peynir gemisi yürütme makamındayken çocuğum ne halde kimlerle arkadaşlık ediyor ders dışında neler okuyor neler izliyor? Ona okul dışında maddi ve manevi yönlerde gelişmesi adına neler yaptım bunlar yeterli mi daha neler yapabilirim? Ve ARKADAŞ: “Kendisiyle gezdim tozdum eğlendim ama bunlar dışında bir defa olsun bu arkadaşımla ciddi anlamda bir beraberlik tesis edebildim mi? Ruh dünyasına nüfuz edip ne gibi derdi sıkıntısı var ilgilendim mi yoksa benim onunla arkadaşlığım kabir kapısına kadar mı?”
Biz sadece meseleyle alakadar üç daire üzerinde durduk. Açıkladık diyemem çünkü; bu iş çok cilt götürür. En azından Bir şeylere kapı aralayabildiysek ne mutlu. Bizim toplumumuz siyasetle ilgili çözüm üretmeyen verip veriştiren yazarlara öyle alışmış ki şimdi benden “İyi de siyasi daire, futbol takımları, mitingler, propagandalar, magazinde özlenen hayat hangi daireye düşüyor.” diye sorabilirler. Biz de bir zaman cevap verenin verdiği cevapla yetinerek yazıyı noktalayalım:
“Ömür sermayesi pek azdır; lüzumlu işler pek çoktur. Birbiri içinde mütedahil daireler gibi, her insanın kalb ve mide dairesinden ve ceset ve hane dairesinden, mahalle ve şehir dairesinden ve vatan ve memleket dairesinden ve küre-i arz ve nev-i beşer dairesinden tut, tâ zîhayat ve dünya dairesine kadar, birbiri içinde daireler var. Her bir dairede, her bir insanın bir nevi vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede en büyük ve ehemmiyetli ve daimi vazife var. Ve en büyük dâirede en küçük ve muvakkat arasıra vazife bulunabilir. Bu kıyasla, küçüklük ve büyüklük makûsen mütenasip vazifeler bulunabilir. Fakat büyük dairenin câzibedarlığı cihetiyle küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bıraktırıp lüzumsuz, mâlâyani ve âfâkî işlerle meşgul eder. Sermaye-i hayatını boş yerde imha eder. O kıymettar ömrünü kıymetsiz şeylerde öldürür. Ve bazen bu harp boğuşmalarını merakla takip eden, bir tarafa kalben taraftar olur. Onun zulümlerini hoş görür, zulmüne şerik olur.”