Doç. Dr. Murat Kayacan
Nasr suresi
Nasr suresi Rasulullah’ı kâfirlere karşı net tavır almaya yönlendiren Kâfirun suresinden sonra ve eşiyle beraber İslam’a karşı mücadele eden bir muhalifin akıbetini konu edinen Mesed suresinden de önce Kur’an’da yer almaktadır. Bu yazıda ele alacağımız Nasr suresinin meali şöyledir: “Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde ve insanların bölük bölük Allah'ın dinine girmekte olduklarını gördüğünde, Rabbine hamd ederek O'nu tesbih et ve O'ndan bağışlanma dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.” (Nasr, 110: 1-3).
İlk ayetteki fetihten kastedilenin Kureyş’e karşı Rasulullah’ın ve Müslümanların üstün gelmesi (Taberi, 2000, XXIV: 667), risaletin önünün açılması, risaletin gereklerinin yerine getirilebildiği ortamın oluşması (Mâturîdî, 2005, X: 634) olduğu söylenmektedir.
Bölük bölük Allah'ın dinine girmekte olduklarından söz edilen kimselerin, Yemendekiler dahil Arap kabileleri olduğu ifade edilmektedir (Taberi, 2000, XXIV: 667). Bundan yola çıkarak daha önce Müslüman olanların birer birer (Mâturîdî, 2005, X: 635) ya da çok küçük gruplar halinde İslam’ı tercih ettikleri sonucu çıkarılabilir. Fetih öncesi dönemde, özellikle de Mekke döneminde müminlerin içinde yaşadıkları baskı ortamı insanların kitleler halinde dine girmesine engel olmuştur. Daha sonraları Müslümanlar dünyevi olarak güçlendikleri için emniyet ortamı oluşmuş ve insanların İslam’a eğilim duyup onu kabul etmeleri kolaylaşmıştır. Kitleler açısından bakıldığında zafer sonrası dönemde, İslam artık popüler kültürü temsil etmektedir. Bu popülarite bağlamında belli bir bilince ulaşmadıkları halde insanların iman etmeleri vahiy tarafından hamd edilecek bir durum olarak betimlenmektedir.
Allah'ın dinine denilerek dinin Allah’a izafe edilmesi, İslam’ın beşeri bir üretim olmadığını göstermektedir. Ayrıca bu ifade diğer dinlerin bâtıl yani Allahu Teala katında geçersiz olduğuna da işaret etmektedir. Her ne kadar önceki peygamberler ve ümmetleri Müslüman olsalar da vahyi muhafaza edememelerinin ardından yoldan çıkmışlar ancak “tevhid dininin son halkası” olan İslam onları içinde bulundukları keşmekeş ile baş başa bırakmamış ve onlara “Siz de hak üzeresiniz.” dememiş ve onlar da Kur’an’a tâbi olmaya davet edilmişlerdir.
“Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola iletsin.” (Fetih, 48: 2) denilen Rasulullah’tan Nasr suresinde acaba niçin bağışlanma talebinde bulunması istenmiş olabilir? İhtimallerden birisi onun kendisinden ziyade müminler için bağışlanma talebinde bulunmuş olduğudur. Bu açıdan şu ayet dikkat çekicidir: “Kendi günahın için de, mümin erkekler ve mümin kadınlar için de bağışlanma dile.” (Muhammed, 47: 19). Bu iki ayetin delil getiriliş biçimi, peygamberlerin küçük de olsa günah işlemeyeceği (masumiyet) düşüncesini akla getirmektedir. Ne var ki peygamberlerin masumiyeti, risaleti tahrif etmeksizin insanlara ulaştırmaları ile ilgilidir. Diğer ihtimal de Rasulullah’ın önce kul oluşunu her zaman göstermesi gerektiğidir. Kulluk görevi yerine getirilirken yapılan yanlışlar ve gösterilen zaaflar için bağışlanma dilemek gayet doğaldır.
Nasr suresindeki O'nu tesbih et ve O'ndan bağışlanma dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir şeklindeki ayette kulluk eylemi (tesbih) olmadan bağışlanma talebinde bulunulmaması gerektiğine bir işaret vardır. Bu talebin ardından Allah’ın tevbeleri çok kabul eden oluşunun belirtilmesinin amacı “Çok suç işledim, artık affedilmeme imkân yok.” şeklinde düşülecek şeytanî bir tuzaktan insanları uzak tutmaktır. Kul ne kadar suç işlemiş olursa olsun, tevbeden vazgeçemez. Aksi taktirde onu ebedi bir azap beklemektedir. Bağışlanma talebi, tevbe yani günahlardan uzaklaşma ile kemale erer.
Hz. Nuh’un tebliği sırasında, “Rabbinizden bağışlanma dileyin. Çünkü O, çok bağışlayıcıdır.” (Nuh, 71: 10) deyip bağışlanma talebinde bulunarak Allah’ın bağışlayıcı olduğunu vurgulamasından farklı olarak, Nasr suresinde Peygamber (s)’e bağışlanma dile denildikten sonra Allah’ın tevbeleri çokça kabul ettiğinden söz edilmektedir. Mâturîdî Nasr suresindeki ayetin zımnında “Tevbe et!” emrinin varsayılabileceğini söylemektedir. Onun bu yaklaşımı doğru kabul edildiğinde karşımıza şöyle bir meal çıkmaktadır: O'ndan bağışlanma dile ve O’na tevbe et. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir (2005, X: 637).
İbn Abbas’a göre Nasr suresi, “vefatının yaklaştığının yani az bir ömrünün kaldığının” Rasulullah’a habercisi olmuştur. Katade bu sure geldikten iki sene sonra Rasulullah’ın vefat ettiğini söylemektedir (Taberi, 2000, XXIV: 671). İbn Abbas’ın söz konusu yaklaşımı surenin bâtınî yorumu olarak görülmemelidir. Anlaşılan, ona göre Rasulullah’ın mücadelesi başarı ile sonuçlanmış, din galip gelmiş ve artık tebliğin başka bölgelere ulaştırılma görevi Müslümanlara kalmıştır.
***
Mâturîdî, Ebu Mansur (ö. H. 333), Tefsiru'l-Mâturîdî, 10 c., Daru'l-Kütübi'l-İlmiye, Beyrut, 2005.
Taberî, Muhammed bin Cerir (ö. h. 310), Câmiu'l-Beyan an Te’vîli Âyi’l-Kur'an, 24 c., Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 2000.