Haşim Akın
Ne Savaşlar Bilirim Ben
Savaşa girdi kalbim bin yara aldı beni,
Ne denli acı varsa aradı buldu beni.
****
Seni bir bomba gibi taşımak bu göğüste,
Bir Ebu Bekir kıldı bir Ömer kıldı beni.
Merhum Ayhan SONGAR’A Trakya’dan bir hasta gelir. Hastanın soyadı Savaşan’dır. Hoca sorar; “kiminle savaşıyorsun?” Cevap tam da Anadolu’ya ait ilmin ve fikrin buram buram koktuğu, imbikten süzülmüş bir irfan damlasıdır. “Nefsimiz varken kiminle savaşacağız beyim... O yetmez mi?” Yani nefsini tanıyan ve Rabbini tanımak için onun engeliyle savaşanlar vardı.
Yasin Suresi 60, 61 ayetlerde Rabbimiz şöyle buyurur; “Ey âdemoğulları! Ben size, şeytana kulluk etmeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur, diye emretmedim mi?" Burada şeytan, hayat boyu mücadele edilmesi gereken bir düşman ve muarız olarak gösterilir. Onunla hayat boyu devam edecek bir mücadele olacaktır.
Bunları başarabilen, yani şeytanın “otur yerinde” ikazını duymadan ayaklanan, nefsinin süfli arzularına karşı koyarak “sağına ve soluna bakınmadan, fert fert "ben varım! " cevabını verici,” bir Müslüman olarak üzerine düşeni yapması gerekecektir. Burada bir Müslümandan beklenen; dinini mücadele etmek için eline kılıç alıp kesilecek baş araması değildir. Girilecek ve fethedilecek yüreği bulmak, bunun önündeki engelleri kaldırmaktır asıl amaç.
Dostu düşmanı yeterince ayıramamış, başkalarının gazına kolayca gelen, Kur’an-ı Kerim’in cihat ayetlerini beğenmediği Müslümanları öldürmek olarak anlayanlar da çıktı. Kendisi gibi olmayan ve onun kafasına benzemeyen, ağzından çıkan her cümleyi tasdik etmeyen diğer Müslümanları düşman ilan edip onlarla anlamsız ve sonuçsuz bir savaşa girenler de çok oldu bu dünyada... Maalesef ki böyle acı kardeşin kardeşi boğduğu tecrübeleri biliriz. .
Müslümanları birbirine düşüren, aralarındaki fitne tohumlarına sürekli su veren ve durmadan bunun filizlenip gözleri kör etmesi için çalışanlar; maalesef ki çoğu zamanda başarılı oldular. Müslüman halk ve devletler uzun süreler birbiriyle uğraşmak durumunda kaldı. Bunun adı da Allah için yapılan cihat / mücadele(!) oldu. Müslümanların bu ayrılıkları ve ortak noktada birleşememeleri, düşmanlarının çok işine yaradı. Endülüs’ü niçin boşalttık? Müslümanlar niçin orada şehit olmak veya sürülmek zorunda kaldı? Viyana kuşatmasında Osmanlı ordusunun yenilme sebebi düşmanın gücü müydü sadece?
Sonra demokrasi savaşlarına sahne oldu bu dünyamız. Irak, Suriye, Afganistan, Yemen, Libya gibi Müslümanların yaşadığı birçok ülkeye demokrasi getirmek(!) için fedakârca (!) savaşan ordular gördük. Irakta böyle birey başlayınca, “bu onların iç meselesidir. Zaten bazı sebeplerle de bunu hak etmişlerdi. Bırakın başlarına geleni görsünler” diye seyirci kalanlar kendi isimlerinin listede olduğunu bilmiyordu veya bilmek istemiyordu.
Ekilen bu savaş tohumları sadece Müslümanların yoğun olarak yaşadığı bilad-i İslam’da olacak değildi elbette. İlahi adalet, havada sallanan savaş kılıcını bu defada onların başına düşürdü. Sanki ilk savaş ve ilk mağduriyet Ukrayna’da yaşıyormuş gibi bir ahlaksız yaklaşım onlar için çok normaldi. Başka bir şey yapacaklarını beklemek abes olurdu.
Dün sosyal medyada bir video gördüm. İtalya’ya mülteci olarak gelen iki kız yeni geldikleri bir okula alkışlarla kabul edildiler. Elbette ben ülkesinden, yurdundan yuvasından koparılmış bu çocukları taşlasınlar demiyorum. Ancak Irak’tan, Suriye’den, Bosna’dan, bugün Afganistan’dan gelen Müslümanlar; neden karın içinde donmak, denizde boğulmaz zorundaydı? İnsanlık ve kibarlık sadece onlar için mi var?
Meğer böylesi kirli bir düzlemde organize dilen savaşlar sadece insanların canını almazmış. Beraberinde insanlığını da alırmış. Bir taraf canını vermiş, diğerlerini haysiyet ve şereflerini vermişler. Savaş sadece ölenlerin kanını akıtmazmış. Burada bu duyguları bize aşılayan ve düşman edenlere kızmalı... Ama bu oyuna gelenlere diyecek bir şeyimiz yok mu? Kardeşlik duygularını kaybetmemek için sanki biz çok mu çalıştık.