M. Faik Özdengül
Neresi gurbet? Neresi sıla?
A seher yeli, o zincir saçlara söyle;
Söyle fırsat bulursan gönlümün hallerini.
Fakat gönül suyu gönül arar bir halde değilse...
Sakın; beni görmemiş ol, hiç tınma.
Erkenden kalkmışsın.
Uyuyamadım.
Sana çok alışmıştık.
Ben de öyle… Çok özleyeceğim.
Geç geldin, yanımdan da tez gittin;
Geç gelmek, tez gitmek gülün harcıdır.
Ozan’ın çalgısından çıktı nağmeler. Rebabının sesi gül oldu. Kokusu gönlüme ulaştı.Teşekkür ettim Ozan’a. Ona da çok alışmıştım.
Toparlanmışsın.
Akşamdan topladım. Zaten toru topu birkaç parça. Hem gelirken ne getirdim ki giderken ne olsun… Yine gurbet… Başımı öne eğdim. Biriken yaşlarım görünmesin istedim.
Bilinmez dedi Hancı. Gurbet mi sıla mı?
Yetim kalmış gibi. Ayrılmak zor geldi işte dedim.
Hancı gülümsedi:
On sekiz bin âlem içinde, bu topluluktan daha kimsesiz kimsecikler yoktur. Mustafâ'nın kimsesizliği de buydu, yetimliği de bu yetimlikti; yoksa o, Abdül-Muttalîb’in ölümüyle yetim olmamıştı; Mekke'den Medine'ye göçmekle de gurbete düşmemişti; zâti garipliğin alâmeti, bir dildeş bulamamaktır. Hangi dildir ki onların diliyle dildeş olsun? Onlardan hiçbir garip yoktur ki bir garip okşayanı umsun; aksine onlar, bütün dünya gariplerine nazlanırlar; siz derler, bu âlemdesiniz, bizse yüce âlemden gurbete düşmüşüz. Farsça söyleseler Farsça bilenler anlamaz; Arap olsalar da Arapça söyleseler başka Araplar anlamaz. Anlarlar, fakat anlayış duygusuyla şekle bürünen görünüşteki anlamı anlarlar, maksatlarıysa anlaşılmaz da anlaşılmaz. Çünkü anlamı anlamak başkadır, maksada ulaşmak başka.(Fih-i Ma Fih)
Bu han, bu taşlar, buranın karanlığı, buranın aydınlığı, buranın rüzgarı…Bütün bunları geride bırakmak. Bugüne kadar gördüğüm en iyi yer. Aslında gelirken de tedirgindim. Belirsizlik şimdi de korkutuyor. Bir yandan da hem getiren, hem ağırlayan hem de gönderene güvendiğimden mi nedir, geldiğim gibi değilim. Özlem. Gözümü ıslatan duygu.
Süpürgeci duymuş. Buraya gelmeden önce. O da bana söyledi: dağ mısın yoksa kuş mu? Herkes güldü. Ben daha çok şaşırdım. Bilmem ki dedim. Sen söyle. Söylemedi. Ozan söyledi:
Bir kuş o dağa kondu, sonra uçtu-gitti;
Bak da gör, o dağda ne bir şey fazlalaştı, ne bir şey eksildi dağdan.
Haksızlık değil mi dedim süpürgeciye? Ozan’a da. Ya özlem? Ya duygular?
Amacı unutma dedi Hancı. Onları bağışla. Buraya niye geldiğini ve neden gitmen ve ayrılman gerektiğini. Arayıcı olduğunu.
Hatırladım yeniden. Sonra uzaklara baktım. Ben bakarken O konuşmaya devam etti:
İnsanda öylesine bir sevgi, öylesine bir dert, bir istek, öylesine bir özleyiş, bir umuş vardır ki yüz bin dünyaya sahip olsa rahatlaşmaz. Şu halk, bir işe-güce koyulmuş, bir zenaate, bir alış-verişe girişmiş, bir sanat, bir mevki sahibi olmuş, bilgi elde etmiş, yıldız bilgini olmuş, daha da başka bilgileri öğrenmiştir amma hiç de rahata kavuşmamıştır; çünkü dilenen, istenen şey elde edilmemiştir. Sevgiliye dil-ârâm-gönül huzûru, can rahatı derler ya; gönül onunla rahatlaşıyor, huzura kavuşuyor demek; başkasıyla nasıl esenleşir, nasıl rahata kavuşabilir ki? Bütün bu hoşluklar, dilekler, merdivene benzerler. Merdiven basamakları, oturup kalınacak yer değildir, geçilip gidilecek yerdir. Ne mutlu o kişiye ki daha çabuk geçip gider, daha çabuk uyanır, anlar da uzun yol kısalır ona; merdiven basamaklarında harcatmaz ömrünü.(Fih-i Ma Fih)
Bu sözler artık oyalanma demekti. Anladım. Aramaya devam. Öyle ya arayıcıydım.
Ozan söyledi. Ben ağladım. Arkama dönüp bakmadım. Onlar ağladı mı görmedim.
Biz de istiyoruz, başkaları da istiyor;
Bakalım, baht kimin olacak, devlete kim ulaşacak?
Yanımdan geçip başka yola saparken omzumdan tuttu. Benim yolum bu tarafa. Asasını uzattı. Senin olsun dedi. Üzgündüm. Ayrılık kolay mı? Maksat dedi. Amacını unutma. Gözyaşlarımı sözleriyle sildi:
Yollar ayrı amma maksat bir. Görmez misin? Kâ'be'ye giden yollar çok. Kimisi
Anadolu'dan gider; kimisi Şam'dan, kimisi İran'dan, kimisi Çin'den. Kimisi de deniz yoluyla Hint'ten gelir, Yemen'den gelir. Yollara bakarsan büyük bir ayrılık var, sınırsız bir ayrılık var. Fakat maksada bakarsan hepsi de birleşmiş, bir. Herkes gönlünden Kâ'be'ye gitmeyi geçirmede; gönüllerin Kâ'be'ye büyük bir bağlılığı, sevgisi var, bu isteğe hiç mi hiç ayrılık, aykırılık sığmıyor. Bu istek, ne küfürle ilgili, ne îmanla. O ilgide hiçbir bulanıklık yok. Hani ayrı-ayrı yollar var dedik ya; herkes oraya vardı mı yoldayken birbirleriyle çekişip savaşmaları da kalmaz, ayrılık-aykırılık da biter-gider, dedi-kodu da. Yolda giderlerken bu, ona, senin tutuğun yolun aslı yok, sen kâfirsin derdi; o da bunu öyle görürdü ya; Kâ'be'ye vardılar mı bilirler, anlarlar ki o savaş, yoldaymış maksatları meğerse birmiş.
Burası gibi var mı?
Sanma ki yol alanlar yok,
İzleri belirmeyen olgun kişiler yok
Sen sırlara mahrem değilsin de
Sanıyorsun ki başka çeşit erler yok.
Yürüdüm. Rebabın sesi neler söylemiyordu ki…
SORMUŞLAR; NERESİ GURBET, NERESİ SILA?
DENMİŞ Kİ; DÜNYADA, ULAŞTIĞINIZ YER GURBET, AYRILDIĞINIZ YER SILA.
www.pozitifdegisim.com