Mustafa Yiğit
Neşet Ertaş ve gariplik üzerine…
Bu toplumun üç beş mutlu azınlık dışında tamamı gariptir…
Kendileri garip olduğu gibi milletleri de dinleri de gariptir…
İslam gariplerin dinidir mesela…
Garip gelip garip gidenlerin, dünyayı iki kapılı bir han olarak görenlerin dinidir…
Anasız, babasız doğan gariplerin garibi Hazreti Muhammed’in dinidir…
Ve ona ilk inanlar gariplerdir…
Hazreti Hatice, Hazreti Ali ve Zeyd…
Toplumun en zayıf en dezavantajlı üç kesimi, kadın, çocuk ve bir köle üzerindee yükselen dinin adıdır İslam…
O yüzden İslam gurbetlik ve garipliği hatırlatır bize…
O yüzden İslam önce gönüllerde taht kurar…
En garip gönüllerin en geniş gönüller olduğunu bildiği için de ilk önce oraya girer…
Kimsesizlerin dinidir…
Ve Ebu Zerr El Gıffari ise bu anlamda bir zirvedir…
Gariplerin babasıdır…
“Durun kalabalıklar burası çıkmaz sokak” diyen şairden yüzlerce yıl önce "Altın ve gümüş depo edip Allah yolunda sarfetmeyenlere elim azabı müjdele..." diyerek sarsıyordu mal mülk köşk makam mevki sahiplerini…
Ebu Zerr bunu İslam’ın yayıldığı yayılırken de gariplerin unutulmaya başlandığı bir dönemde söylüyordu …
Onun hikayesi bir güzel rüyanın nasıl son bulmaya başladığının hikayesidir aslında…
Onun hikayesini anlamak ve bilmek, “aşağıdakiler” ve “yukarıdakileri”, her devrin “beyaz”larını anlamak için bir rehber niteliğindedir….
Türklük de garplikti ve garip gelmiş garip gidecek bir milletin adıdır mesela…
“Bunca erler evliyalar
Türkü sever türkü söyler
Görür gözlü enbiyalar
Türkü sever türkü söyler Türk'üm diyen
Aydın gerçekler sözleri
Gerçeğin gitmez izleri
Çalar garibin sazları
Türkü sever türkü söyler Türk'üm diyen”
Neşet Ertaş’ın hakka yürüyüşü ve sonrasında yaşananları düşününce aklıma gelenler bunlardı…
Neşet Ertaş, garip gelip garip gitmek istedi ama ne “devlet” ne de ” beyazlar” onun garipliğine hürmet etmedi…
Televizyonlarıyla, gazeteleriyle, siyasetçileriyle, yazarlarıyla çizerleriyle üzerine çullandılar…
Olmaz ya iyi niyetli düşünelim, belki kendilerini bir garibin dizeleriyle yumak temizlemek istediler bilemiyorum…
Dünya nimetleri ve dünya telaşesiyle kirlenen kalplerini onun türküleriyle temizlemek istediler….
Onun garipliğiyle unuttuklarını hatırlamak istediler belki de…
Ama yine de ayıp ettiler…
Televizyonlarında gazetelerinde reyting kustular, reytingi böğürtüler, kanallarından, belediye hopörlerlerinden Neşet Ertaş türküleri diye…
Yalan dünyanın garip ozanının türkülerini hiç bu kadar kötü bir psikolojiyle dinlememiştim…
Hep bir garip ölünce mi hatırlanmalıdır garipler ve yaşanan gariplikler….
Ama dedim ya her şey bir reyting…
Bakın o Abdal garip ölüp, üzerinden birkaç gün para kazanılınca gariplik de unutuluverdi…
Sahi Niye kimse bir gün sonra bu gariplerden ve gariplik halinden bahsetmiyor, yanına bile yaklaştırmıyor garip olanı…
Niye garipliğin bir humma gibi yakalarına yapışmasından korkuyorlar, bir zamanlar gariplik davasının savunuculuğunu yapanlar….
İslam diyorlar, Müslümanlık diyorlar ama Ebu Zerr’den hiç mi hiç bahsetmiyorlar artık…
Aşk diyenlere köşk diyorlar…
Yetim diyenlere marketing diyorlar…
Hak hukuk adalet diyenlere, demokratik siyaset, anket diyorlar…
Zekat diyenlere, sabret diyorlar…
Allah’tan kork diyenlere, anayasa mahkemesine temyize git diyorlar….
Cennet diyenlere 7 yıldızlı havuzlu Sultan Golden Sitelerden bir daire diyorlar…
Kuldan utan, Allah en büyük canan diyenlere mevki makam ne tasa ne gam diyorlar…
Ve düzen devam ediyor Yunus’un dizelerindeki gibi…
Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin