Mustafa Yiğit
Nice Yıllara Memleket Sevdalıları
Memleket Gazetesindeki ilk yazım 19 Nisan 2005’te yayınlanmış. Aradan 10 koca sene geçmiş.
O günden bu yana memlekette çok şey yaşandı.
Memleket gazetesi yöneticileri sağolsun bize fırsat tanıdılar, biz de yaşanan tarihe tanıklık edecek yazılar kaleme almaya çalıştık.
Yazılarımız kimi zaman tespit, kimi zaman tenkit kimi zaman da kendimizce gördüğümüz haksızlıklara isyan niteliğindeydi.
Hatta zaman zaman gazetenin içinden arkadaşlarla polemiklere girdik, bu polemikleri de gazete yönetimi sağolsun hiçbir şekilde sansürlemeden, müdahil olmadan bu sayfalarda yayınladı.
Farklı fikirlerimizi bu sayfalarda tartışma fırsatı bulduk, memleketin meselelerini dostlar alışverişte görsün mantığıyla değil, gerçekten dile getirdik, bu sütünlarda tartıştık.
Bu isyanlarımızı, bu tenkitlerimizi, bu tespitlerimizi dile getirirken hukuku gözeterek, insanların kişisel haklarına azami saygı göstererek yapmaya çalıştık.
Birileri bizim zaman zaman sertleşen yazılarımızdan dolayı incinmişse haklarını helal etmelerini istirham ediyorum…
Memleket Gazetesinde sadece memleketin genel meselelerine değil yerel konulara da değindik.
Konya’nın ve ilçelerinin dertlerini anlattık. Bu sayfalarda Konyalının zaman zaman şikayetlerini dile getirdik.
Kentleşme sorunlarına değindik, otoparkçılara kafa tuttuk, kentin estetiğini bozan yapılanmaları deşifre ettik, tarihi dokuyu zedeleyenlerle bu sayfalarda mücadele ettik.
Memleket gazetesinin yönetimi de bu uyarılarımızı duyurmamızda her zaman büyük bir kolaylık sağladı. Hiçbir zaman editoryal baskıya uğramadan yazma özgürlüğüne sahip olduk. Bu günümüzde gerçekten çok zor bir tavırdır. Bugüne kadar gazete yönetimine gelmiş bütün arkadaşlara bu anlamda teşekkür ettiğimi belirtmek isterim.
Evet bu on yıllık süreci Memleket Gazetesinde yazdığım ilk yazımın bir bölümüyle bitirmek istiyorum…10 yıl önce Ahmet Rasim’den bir alıntıyla başlamışım Memleket yazı hayatıma.
Yazının başındaki Ahmet Rasim’in uyarıları, maalesef bu gün de halen geçerliliğini korumaktadır…
-Ha!... Şimdi kolayını bulduk. Kes öküzün başını!... Kestin mi? Kır küpü! Evet öküzün başı küpten böyle çıkar! Küpü ilk önce feda edip de hiç olmazsa öküzü kurtarmayı akıl edemiyoruz. Nice zamandan beridir yarım tedbirlerle, ilk önce pek pratik göründüğü halde daha sonra takımıyla ters sonuçlar veren yaldızlı pohpohlu teşebbüslere alışmışız. Asırlarca böyle idareler, böyle hükümet adamları elinde kalıp ruh terbiyesi ve yeteneklerimizi geliştirmek konusunda bildiklerimizi de unutmuşuz. Bir halde ki, bu tarz birlikte yaşama, bu gibi siyaset bizde bir anane olup kalmış. Fakat nasıl kalmış? Yabancıların elleri bizi istedikleri noktaya yöneltici bir dizgin, bir üvendire kuvvetinde, saldırısında! İşte bu gelenek etkisiyledir ki, hem küpten hem öküzden oluyoruz. Meşhurdur Hoca merhum, merkebini kaybetmiş, sevinir, hamdu senalar edermiş. Sevincinin nedenini sormuşlar.- Ya ben üzerinde iken kaybola idi ne yapardım? Demiş. Mizahçı saflığında hayran olduğumuz bu zatın şu gülünç cevabında bir hikmet bulunmaktadır. Kendi malını gözetemeyip kaybeden adam, elbette onunla beraber kaybolacak derecede lakayttır, yahut ahmaktır. Artık böyle bir adamın kayıp eşyasını arayıp bulmak amacıyla yorulacağına ihmal verilmez.Biz de şimdi hoca merhuma döndük. Kaybettiğimiz şeylerden dolayı sevinip hamdü senalar etmiyor isek de teselli bulmaya çalışıyoruz. Bilseniz savaşın başından beri, haklın beyinlerine ne bayağı fikirler, ne cahilce yorumlar saçılmış! Karşımızdaki düşmanlardan her birinin beş altı yüz senelik intikam bağı ile üzerimize saldırdıklarını asla düşünmüyoruz.Arada yeni yeni avuntular ortaya çıkmış: -Rumeli gitti! Dediniz mi-İsabet oldu! Sözünü yutarak, ya da kendisinden beklenmeyen bir teessüf ile yorumlamalarından çıkarak:-Zaten bizim mi idi? Biz oranın Anadoludan toplayıp senede üç milyon lira verir kiracısı idi, demek isteyenlerimiz var. Söyleyenlerimiz var.”
Tarihten ders almak dileğiyle nice yıllara Memleket sevdalıları….