Doç. Dr. Murat Kayacan
Nuh ve Şuayb peygamberlerin tevekkülü
Arapça و-ك-ل kök harflerinden türemiş olan tevekkül; teslim olmak, bir işte birini vekil edinmek, bir kimseye bir şeyi teslim etmek ve bırakmak anlamlarına gelmektedir (Firuzâbâdî, 2005, I: 1069). Kur’an peygamberlerin mücadelelerinden örnekler verirken, onların Allahu Teala’ya tevekkül edişlerinden de söz etmektedir. Bu yazıda Hz. Nuh ve Hz. Şuayb’ın tevekkülünü, onların gönderiliş kronolojisine hem de nüzul sırasına dikkat ederek ele alacağız. Ancak iki peygamberin tevekkülüne dair aşağıdaki üç ayetten Araf suresinde olanı nüzul sırasına göre ilk sırada olsa da o ayeti Şuayb peygamber’in tevekkülünü ele alırken işleyeceğiz. Naziat suresindeki ayet, “Kur’an’ın Kur’an ile tefsiri” bağlamında yazıda yer almaktadır.
Allahu Teala, “Allah çocuk edindi!” diyen müşriklere, Hz. Muhammed’in şöyle demesini istemektedir (Taberi, 2000, XV: 147): “Onlara Nuh'un haberini oku. Hani kavmine demişti ki: Ey kavmim, benim makamım ve Allah'ın ayetleriyle hatırlatmalarım eğer size ağır geliyorsa ben, şüphesiz Allah'a tevekkül ettim. Artık siz ortaklarınızla toplanıp yapacağınız işi karara bağlayın da işiniz size tasa konusu olmasın, sonra hakkımdaki hükmünüzü -bana süre tanımaksızın- verin.” (Yunus, 10/71). Ayetteki Hz. Nuh’un makamı bizzat onun kendisi anlamındadır. “Kim de Rabbinin makamından korkar ve kendini kötü arzularından alıkoyarsa” (Naziat, 79: 40) ayetinde de kastedilen Rabbinin makamından korkar şeklindeki ifadeden kastedilen Rabbinden korkarsadır. Ya da söz konusu makamdan kasıt Hz. Nuh’un kavminin içinde dokuz yüz elli yıl (rasul olarak) kalmasıdır (Zemahşeri, h. 1407, II: 359). Hz. Nuh Allah’a devamlı tevekkül ederdi ancak ifadeden sanki o saatte tevekkül ettiği sanılabilir. Ayette kastedilen şey, onun o saatte inkârcılardan kaynaklanan o şerli tutumu izale etme sırasında da tevekkül içinde olmasıdır (Râzî, h. 1420, XVII: 284).
Medyen halkının kibirli ileri gelenleri, Hz. Şuayb ve ona tabi olanların ülkelerinin nimetlerinden yoksun kalmalarından olumsuz bir şekilde etkileneceklerini düşünüyorlardı. O hüsrana uğrayacak kimselere göre din, taklidî bir bağ ve kavmî bir asabiyet idi (Rıza, 1990, IX: 4). Onlara karşı Hz. Şuayb’ın hitabı şöyle oldu: “Allah bizi dininizden kurtardıktan sonra, bizim tekrar ona dönmemiz Allah'a ne büyük bir yalan yakıştırmış oluruz. Rabbimiz olan Allah'ın dilemesi dışında, ona geri dönmemiz bizim için olacak iş değildir. Rabbimiz, ilim bakımından her şeyi kuşatmıştır. Biz Allah'a tevekkül ettik. Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında Sen hak ile hüküm ver. Sen 'hüküm verenlerin en hayırlısısın." (Araf, 7: 89). Hz. Şuayb’ın ve ona inananların, o sırada üzerinde bulundukları hakkı bırakıp da inkârcıların dinlerine dönmeleri ve yine o bâtıl dini din edinmeleri olacak şey değildir (Taberi, 2000, XII: 562). Onlara düşen Allah’a tevekkül edip dinde sebat etmek, cahiliye dinine dönmeyi akıllarından bile geçirmemektir.
Hz. Şuayb Allahu Teala’ya karşı nankör olmanın kötülüğüne dikkat çekerken kavmine şunları söylemektedir: “Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden bir delil verilmişse ve eğer bana, O kendi katından güzel bir rızık ihsan etmişse, söyleyin bakalım ben ne yapmalıyım? Ben sizi menettiğim şeylerde size aykırı davranmak istemiyorum. Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslaha çalışıyorum. Başarmam da ancak Allah'ın yardımı ile olacaktır. Ben yalnızca O'na tevekkül ettim ve ancak O'na döneceğim." (Hud, 11: 88). Yani Hz. Şuayb’ın yaptığı, gücü ölçüsünde içinde yaşadığı toplumu kötülüklerden alıkoymaktır. O Rabbine tevekkül etmiştir. Bu dünyanın geçici, ahiretin ise kalıcı olduğunu bilmekte ve inkârcıları da bunu gündeme getirerek korkutmaktadır.
Görüldüğü gibi, inkârcı toplumları ıslah çabasında tevekkül yani zorluklar karşısında Allahu Teala’ya dayanmak müminler için önemli bir yol azığıdır.
***
Firuzâbâdî, Muhammed b. Yakub, el-Kamusu’l-Muhît, 8. bs., Müessesetu’r-Risale, Beyrut, 2005.
Râzî, Fahruddin (h. 606/1209), et-Mefâtihu'l-Gayb, 32 c., 3. bs., Daru İhyai Turasi'l-Arab, Beyrut, h. 1420.
Rıza, Muhammed Reşid (h. 1354), Tefsiru’l-Menar, 12 c., el-Hey’etu’l-Mısriyyetu’l-Âmmetu li’l-Kitab, Mısır, 1990.
Taberî, Muhammed bin Cerir (ö. h. 310), Câmiu'l-Beyan an Te’vîli Âyi’l-Kur'an, 24 c., Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 2000.
Zemahşerî, Mahmud b. Ömer (ö. h. 538), el-Keşşâf an Hakâiki Ğavamidi’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvil fî Vucûhi’t-Te’vil, 4 c., 3. bs. Daru’l-Kitabi’l-Arabi, Beyrut, h. 1407.