Haşim Akın
Okullar açılırken kapansak mı?
Geçenlerde hakkında konuşulan bir çocuk için “utangaçtır” deyince bastı vatandaş itirazı: “Nasıl olur canım, okula giden bir çocuk hala böyle mi olur?” Yani okul kendi açılmaz sadece, kapılarını açmaz, öğrencilerini de açar. Hem de ne açar! Sonra kapatamazsınız.
“Ama kapısını neye açıyor?” diye sormadan olmaz. İlme ve irfana açsa mesele yok da, açılan yerler başka. Gözler açılınca, işler değişiyor. Göz açıldı mı akla fırıldak çevirmek geliyor. Göz açılınca, “kalbin beslenme noktasının” ele geçmesi geliyor akla. Göz açılınca ve başlayınca “oklarını” atmaya, hem hedef oluyor, hem de hedefi vuruyor. Bu öyle bir ok ki, atan da yandı, atılan da…
Sadece göz açılsa neyse ama bütün organlar erken uyarılma ile karşı karşıya. Aklını hayırdan daha çok şerre çalıştıran bir nesli biz okulların önde bulduk. Sanki bir akıl tutulması var. Beyin denilen o yönetim merkezi, sadece maddeyi ve dünyayı önemseyen, önceleyen bir anlayışın merkez üssü oluveriyor. “Düşünmeyen, akletmeyen” bir toplumun akıbeti, tarihin sayfalarından haykırıyor bizlere.
Bedensel açılmalar da işin cabası. Karma eğitiminveya karma hayatın sanki zorunlu bir sonucu olarak karşımıza çıkan kıyafet ve “beğenilme” sorunu, başka birçok derdin lokomotif oluveriyor. Okullar kendisi açılırken ve çocukları da açarken inadına kapanmak gerekiyor her halde... Ben; “Müslüman olma” deyiminden, biraz da “inadına olmayı” anlıyorum. Nefse inat, şeytana inat, Kur’an-ın “TAĞUT” adını verdiği her nevi münkire inat. Nereyi açıp/ kapattığınızdan daha çok niçin açıp kapattığınız değer kazanıyor.
Açma ve açılma dediğiniz iş, basit bir eylemle başlıyor. Arkadaşım dertli. Çünkü kızının okul tercihinde kaleyi kaptırmış, mevzileri elden kaçırmış. Şimdi olayın veya hatalarının farkında... Lakin dönüşü olmayan bir yere gelmiş. Okula gelen veli ağlamaklı; lakin döneceği bir kavşak bulamıyor.
Mahallenizdeki fırında ekmekler iyi pişirilmemişse, çözüm ekmek yemeyi bırakıp toptan boykota başlamak değildir herhalde. Benim de okulları ilga edip, eve kapanmayı istediğimi anlayan çıkar mı bilmem. Nasrettin hocanın türbesi gibi çevresi her şeye açık, ama kapısında sağlamca kilidi olan mekânlarda değerli hazinenizi saklayamazsınız.
Sıranın üzerindeki kitabı açmakla, kitabın açacağı bir dünyaya kalbi açıp açmamak farklı şeydir. Bakmakla görmenin farkı gibidir. Zira siz duyduklarınızdan değil, dinlediklerinizden hesaba çekilirsiniz. Kişinin gördükleri değil, baktıkları başına işi açar. Allah’ın elçisi Hz. Ali’ye “İkinci görmeyi değil, ikinci bakmayı tehlike olarak işaret eder.”
İlmin –kırıntılar halinde bile olsa- bulunduğu, ama irfanın yok olduğu bu açılan, açan ve saçan kurumlarımızda “önce kendini sonra da Rabbini bilme” yolundaki kapanış, çocuklarımızı ve onlara umut bağlayanları doğru hedefe kilitleyecektir. Bilginin hikmete dönüşmediği / dönüştürülemediği bir dünyada, hiçbir kurumdan gereğinin fazlasını beklememek gerekir. Zira bu işin düzenleyicilerinin “tornadan çıkmış gibi kendi şart ve standartlarına uygun tek tip adam yetiştirme” amaç ve ilkesine uygun olarak dizayn ettikleri bu gözbebeği mekânlarda, evlatlarınız yanlış yerden açıyorlarsa, herkes kendi mahsulünü korumak zorundadır.
“Beşi yetmez sekizini verelim, olmadı on iki olsun” bahşişinin atıldığı bir ortamda, asıl kaynak olana kapanmak gerekiyor bence. Allaha kul olma gibi temel bir görevi omuzlarına yüklenmiş biz insanoğlu; yaratıcının hayat iksiri olan kitabına ve O’nun kutlu nebisinin sünnetine kapanmak zorunda. Evlerimizi ve eğitim adına kurulmuş tüm mekânları; esen tehlike rüzgârlarına karşı kapatmak zorundayız. Çevreyi “Güzel ve Salih örneklerle” muhkem hale getirmeli, en önemlisi de bu kapanma ve korunmada sırt sırta verip birbirimize destek olmalıyız.
Biz kışın tipisinde pencereyi kapatır gibi, havalanacak uçağın kapısını kapatır gibi, yeni ameliyattan çıkmış hastanın yarasını kapatır gibi, özenle, düzenle ve ittibaen kapatıyoruz, kapanıyoruz.