Av. Yasemin Bezirci
Önce Vicdan Mahkemesi
“Büyük lokma ye ama büyük söz söyleme”!” derdi büyüklerimiz. Eee, insanoğlu bu, rahat durur mu? Boyumuzdan büyük sözler verdik, o sözler de bize ne lokmalar yutturdu…
Ağzımızdan çıkan her söz, kurduğumuz ‘AKİT’ tir aslında. Akit; sözleşme demektir. ‘’Seni parka götüreceğim’’ derken bile; çocuğumuzla bir akit kurarız. ‘’Karar verdim bundan sonra spora başlayacağım’’ derken kendimizle dahi bir akit kurarız. Bakkaldan bir sakız alırken bile bakkal bize sakızı, biz ona ücretini uzatırız; satış akdi kurarız. Nikah masasında, nikah memuruna ‘’EVET!’’ derken evlilik akdi kurarız. Ahlaka, etiğe, hukuka uygun olarak ağzımızdan çıkan her söz ile karşımızdakiyle bir akit kurmuş oluruz. O sözün ağzımızdan çıkması kadar kolay değildir sözümüzde durmak. İşte bu sebepten, akde uyan ile akdi bozan hiçbir olur mu?
Çocuğunuzu parka götüreceğinize söz mü verdiniz, götürün. O gün yağmur yağdı, baktınız üşütecek. Bunu ona açıklayın, havanın güzel olduğu ilk anda da sözünüzü tutun, çocuğunuzu parka götürün. Çocuk deyip geçmeyin, çocuk da olsa saygıyı hak eder ki; karşımızdakine gösterdiğimiz saygı, kendimize gösterilecek saygının temelidir. Kaldı ki; o çocuk siz sözünüzü tuttukça hem size saygı duyacak hem de sözün önemini öğrenecektir. Çocuklar bizim geleceğimizdir..
Verdiğiniz söz kendinize mi? Bu kendinize olan saygınızdır. Kendine saygı duymayan bir bireyin, topluma ne kadar saygısı olabilir?
Evlenirken verdiğiniz sözü, tutun. İyi gün için değil; kötü gün için de imza attığınızı unutmayın. O imzanın sadece sağlıkta değil, hastalıkta da geçerli olduğunu unutmayın. İlk başta verilen sözler tutulmadığında bozuluyor evlilik akitleri. Sonrası boşanma oluyor. Kadın, ‘’Bana kıyamayacağını söyleyen adam bana dünyayı dar etti Avukat Hanım’’ diyor, iki küçük çocuk annelerinin morartılmış yüzünden akan yaşı siliyor. Sözü tutmak, sözü vermek kadar kolay değil tabii de; marifet vermekte değil: tutabilmekte!
Eskiden ticaret sözle yapılırdı. Bir- iki kişi söze şahit tutulur; el sıkışılırdı. Malını veren ayıpsız, eksizsiz vermeye çalışır; ücreti ödeyecek olan (alıcı) da zamanında ödemeye gayret gösterirdi. Malında bir ayıp çıkan satıcı mahcup olur, hemen özür dileyerek malının iyisini verirdi. Satın alan beklenmedik bir ödeme zorluğuyla karşılaştığında, borcunu zamanında ödeyemediğinde; anlayış gösterilir, can sağlığı dilenir, faiz lafı edilmeden başka tarihe söz alınır; tarihi de ücreti ödeyecek olan belirlerdi. Sonra senetler çıktı; olmadı protestolu senetler, çekler… Tüketici mahkemeleri açıldı; ayıplı mallar ayıplı mı tartışıldı. Sözün hükmü kalmayınca; sözleşmenin hükmü var mı?
Mahkemeler her akit için kurulmuyor. Evlilik akdini bozunca boşanma, borç akdini bozunca icra, ayıplı malı alan Tüketici Mahkemesine koşuyor da; ebeveyni verdiği sözü tutmayan çocuklar ne yapsın? Her söz akittir, insanın sorumluluğundadır. Her zaman karşımıza çıkar ve bizim tutarlılığımızın ispatıdır.
Dil her sözü söyler de; gönül her sözü kaldıramaz. Bu yüzden bir ağzımız, iki kulağımız; ağzımızdan çıkan sözden de mesuliyetimiz var. İnsanoğlunun diğer varlıklarda olmayın bir özelliği; insanoğlunun “seçebilme marifeti” var! Seçtiklerinden de sorumluluğu, bir de vicdanı var. Akitlerini gerçekleştirmeyi seçenlerden oluşan bir toplum olmak dileğiyle; haftaya görüşmek üzere…