Doç. Dr. Murat Kayacan
Ortadoğu intifadasını..
Ortadoğu intifadasını nasıl anlamalıyız?
İnsan hakları kuruluşu Özgür-Der’in kuruluşuna öncülük eden Haksöz Dergisi yazarı Hamza Türkmen’in Gelecek Tasavvurumuz ve Ortatoğu[1] İntifadası adlı eseri okuyucuyla buluştu. Kitapta –Müslümanların gelecek tasavvurları bağlamında tarih ve toplum değerlendirmesi, sünnetullaha uymayan gelecek algıları, ha
Ortadoğu intifadasını nasıl anlamalıyız?
İnsan hakları kuruluşu Özgür-Der’in kuruluşuna öncülük eden Haksöz Dergisi yazarı Hamza Türkmen’in Gelecek Tasavvurumuz ve Ortatoğu[1] İntifadası adlı eseri okuyucuyla buluştu. Kitapta –Müslümanların gelecek tasavvurları bağlamında tarih ve toplum değerlendirmesi, sünnetullaha uymayan gelecek algıları, hakkın şahitliği, cahilî yerel ve küresel sistemi değerlendirmede tutarlılık ve cahilî kuşatmayı aşmanın üç merhalesi vs. ele alındıktan sonra- Hacca “cahiliye geleneği” diyen ve 2006’da resmi kurumlarda başörtüsünü yasaklayan Zeynel Abidin bin Ali’nin devlet başkanlığını bırakmak zorunda kaldığı Tunus’tan[2] başlayarak diğer “halkı büyük oranda Müslüman olan ülkelere” yayılan Ortadoğu ağırlıklı kıyam hareketlerinin birçok etkene bağlı olduğu ifade edilmekte. Bununla birlikte bu hareketleri, önemli bir iletişim aracı olan internet ve sosyal paylaşım siteleri (facebook, twitter vs.) gibi araçların amaçlaştırılması ve genç kalabalıklarla ya da açların ve işsizlerin içgüdüsel rehberliği ile izah etmenin ancak kullanım süresi geçen Batılı sosyal bilimcilerin tek tip kalıplarını tekrar etmek anlamına geldiği belirtilmekte.[3] Çünkü Mısır’da devrilen Hüsnü Mübarek yönetimine ve onun ardından ülkede söz sahibi olan askeri yönetime karşı Tahrir Meydanını dolduranlar ağırlıklı olarak mezarlarda yaşayan fakirler değil, meslek odaları mensupları, okumuş kesimler ve orta tabakadan insanlar oldu.
Ortadoğu intifadasında kafa karıştıran noktalardan biri de Kaddafi[4] rejimin devrildiği Libya. Madem bu olaylar intifada olarak değerlendirilecek o zaman Libya’ya NATO müdahalesi de neyin nesidir? Bu sorunun cevabı, Türkmen’in Libya’dan tanıdığı Lokman adlı öğretmenin trajik sorusunda mevcut: “Sadist bir diktatör acımasız ordusuyla bütün bir halkı yok etmek üzere harekete geçmişken, ‘Beni ve oğullarımı öldürseler de; eşime, kızıma ve kardeşime tecavuz etseler de Faransa ve Amerika’dan asla yardım almayacağım!’ tablosunu beklemek ne kadar ilkesel, mantıki ve insani olurdu?”[5] Bu trajik soru; zayıf düşürülenlerin imdadına yetişme konusunda ümmetin zaafına da işaret etmektedir.
Küba komunist rejiminin yaşayan lideri Fidel Castro bile Ortadoğu’daki ayaklanmayı “devrimci isyan” olarak niteleyip yapılanın “ülkeyi yağmalayan ulusal ve uluslararası güçlerin doyumsuz taleplerine ölümü göze alan halkların karşı çıkması” olduğunu söylerken,[6] Ortadoğu intifadasını Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile izah etmeye devam etmek, komplo teorilerinden kurtulamamak, büyüdüğü halde emzik alışkanlığını bırakamamaya benzemekte.[7] Bu kesimlerin gündeme getirdikleri komplolarla ilgili beslendikleri dilin, büyük ölçüde Stalinist komünistlerin manipülatif Siyonist mahfillerin, ilerlemeci Türk ulusalcılarının ve dikatörlük rejimlerinin diliyle paralellik arz etmesi sadece kendi potansiyelimiz adına üzüntümüzü artırmaktadır.[8] Ne yazık ki, bazı Müslüman çevreler hala 1991 öncesi Amerika-Sovyet kutuplaşmasını merkeze alan değerlendirmeleri revize etme ihtiyacı duymuyorlar. Halbuki günümüzde “anti-emperyalist” tavırlarını sürdürmek isteyenlerin tek muhatabı Amerika değil. Avrupa Birliği de, Şangay Beşlisi (Çin, Rusya, Kazakistan, Tacikistan ve Kırgızistan'dan) de, BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) de gündeme alınmalı. Çift kutuplu dünyadan kısa süreliğine tek kutuplu dünyaya geçmiş olsak da şu anda çok kutuplu bir dünyada yaşadığımız gerçeğini görmezden gelemeyiz. Suriye’deki Baas zulmüne destek çıkan Rusya ve Çin bunu “Allah rızası için” yapmıyor herhalde!
Peki, kıyam eden halkların ülkelerinde demokratik seçimlerin yapılmasını isteyerek iktidar talebinde bulunmaları “oyuna gelmek” midir? Türkmen, devrim kavramı gibi[9] demokrasi kavramının bize ait olmadığını teslim etmekle birlikte tuğyanın faşist, totaliter ve hukuk tanımaz biçimlerine karşı sağladığı imkânları göz ardı etmemek gerektiğini vurgulamakta. Halkı Müslüman olan ülke anayasalarının demokratik açılımlara ve araçlara imkân sağlaması risklidir ama tevhidi çerçevede sistem içi araçları kullanma fıkhı içinde değerlendirilebilir.[10] Sözgelimi, Filistin’de HAMAS’ın, Cezayir’de FİS’in, Tunus’ta en-Nahda’nın seçimlere girdi. Bu durum, Türkiye’de “parlamenter mücadeleye” mesafeli duran kesimleri her üç örgütü de “İslami hareketin” bir parçası olarak görmekten alıkoymadı. Bu bağlamda Türkiye’de de benzer bir gayreti ön plana çıkaran Müslümanlar da –doğrudan destek verilmese bile- “tağutluk suçlamasıyla” karşı karşıya bırakılmamalı.
Türkmen’in kitabının İslami kavramları ve Ortatoğu’da meydana gelen gelişmeleri okumada ve doğru anlamlandırmada önemli ipuçları içerdiğini rahatlıkla söylemek mümkün, bu nedenle okumanızı öneririm.
Hakkın şahitliği, cahilî yerel ve küresel sistemi değerlendirmede tutarlılık ve cahilî kuşatmayı aşmanın üç merhalesi vs. ele alındıktan sonra- Hacca “cahiliye geleneği” diyen ve 2006’da resmi kurumlarda başörtüsünü yasaklayan Zeynel Abidin bin Ali’nin devlet başkanlığını bırakmak zorunda kaldığı Tunus’tan[2] başlayarak diğer “halkı büyük oranda Müslüman olan ülkelere” yayılan Ortadoğu ağırlıklı kıyam hareketlerinin birçok etkene bağlı olduğu ifade edilmekte. Bununla birlikte bu hareketleri, önemli bir iletişim aracı olan internet ve sosyal paylaşım siteleri (facebook, twitter vs.) gibi araçların amaçlaştırılması ve genç kalabalıklarla ya da açların ve işsizlerin içgüdüsel rehberliği ile izah etmenin ancak kullanım süresi geçen Batılı sosyal bilimcilerin tek tip kalıplarını tekrar etmek anlamına geldiği belirtilmekte.[3] Çünkü Mısır’da devrilen Hüsnü Mübarek yönetimine ve onun ardından ülkede söz sahibi olan askeri yönetime karşı Tahrir Meydanını dolduranlar ağırlıklı olarak mezarlarda yaşayan fakirler değil, meslek odaları mensupları, okumuş kesimler ve orta tabakadan insanlar oldu.
Ortadoğu intifadasında kafa karıştıran noktalardan biri de Kaddafi[4] rejimin devrildiği Libya. Madem bu olaylar intifada olarak değerlendirilecek o zaman Libya’ya NATO müdahalesi de neyin nesidir? Bu sorunun cevabı, Türkmen’in Libya’dan tanıdığı Lokman adlı öğretmenin trajik sorusunda mevcut: “Sadist bir diktatör acımasız ordusuyla bütün bir halkı yok etmek üzere harekete geçmişken, ‘Beni ve oğullarımı öldürseler de; eşime, kızıma ve kardeşime tecavuz etseler de Faransa ve Amerika’dan asla yardım almayacağım!’ tablosunu beklemek ne kadar ilkesel, mantıki ve insani olurdu?”[5] Bu trajik soru; zayıf düşürülenlerin imdadına yetişme konusunda ümmetin zaafına da işaret etmektedir.
Küba komunist rejiminin yaşayan lideri Fidel Castro bile Ortadoğu’daki ayaklanmayı “devrimci isyan” olarak niteleyip yapılanın “ülkeyi yağmalayan ulusal ve uluslararası güçlerin doyumsuz taleplerine ölümü göze alan halkların karşı çıkması” olduğunu söylerken,[6] Ortadoğu intifadasını Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile izah etmeye devam etmek, komplo teorilerinden kurtulamamak, büyüdüğü halde emzik alışkanlığını bırakamamaya benzemekte.[7] Bu kesimlerin gündeme getirdikleri komplolarla ilgili beslendikleri dilin, büyük ölçüde Stalinist komünistlerin manipülatif Siyonist mahfillerin, ilerlemeci Türk ulusalcılarının ve dikatörlük rejimlerinin diliyle paralellik arz etmesi sadece kendi potansiyelimiz adına üzüntümüzü artırmaktadır.[8] Ne yazık ki, bazı Müslüman çevreler hala 1991 öncesi Amerika-Sovyet kutuplaşmasını merkeze alan değerlendirmeleri revize etme ihtiyacı duymuyorlar. Halbuki günümüzde “anti-emperyalist” tavırlarını sürdürmek isteyenlerin tek muhatabı Amerika değil. Avrupa Birliği de, Şangay Beşlisi (Çin, Rusya, Kazakistan, Tacikistan ve Kırgızistan'dan) de, BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) de gündeme alınmalı. Çift kutuplu dünyadan kısa süreliğine tek kutuplu dünyaya geçmiş olsak da şu anda çok kutuplu bir dünyada yaşadığımız gerçeğini görmezden gelemeyiz. Suriye’deki Baas zulmüne destek çıkan Rusya ve Çin bunu “Allah rızası için” yapmıyor herhalde!
Peki, kıyam eden halkların ülkelerinde demokratik seçimlerin yapılmasını isteyerek iktidar talebinde bulunmaları “oyuna gelmek” midir? Türkmen, devrim kavramı gibi[9] demokrasi kavramının bize ait olmadığını teslim etmekle birlikte tuğyanın faşist, totaliter ve hukuk tanımaz biçimlerine karşı sağladığı imkânları göz ardı etmemek gerektiğini vurgulamakta. Halkı Müslüman olan ülke anayasalarının demokratik açılımlara ve araçlara imkân sağlaması risklidir ama tevhidi çerçevede sistem içi araçları kullanma fıkhı içinde değerlendirilebilir.[10] Sözgelimi, Filistin’de HAMAS’ın, Cezayir’de FİS’in, Tunus’ta en-Nahda’nın seçimlere girdi. Bu durum, Türkiye’de “parlamenter mücadeleye” mesafeli duran kesimleri her üç örgütü de “İslami hareketin” bir parçası olarak görmekten alıkoymadı. Bu bağlamda Türkiye’de de benzer bir gayreti ön plana çıkaran Müslümanlar da –doğrudan destek verilmese bile- “tağutluk suçlamasıyla” karşı karşıya bırakılmamalı.
Türkmen’in kitabının İslami kavramları ve Ortatoğu’da meydana gelen gelişmeleri okumada ve doğru anlamlandırmada önemli ipuçları içerdiğini rahatlıkla söylemek mümkün, bu nedenle okumanızı öneririm.
[1] Ortadoğu ingiliz Sömürgeler Bakanı W. Churcill başkanlığında toplanan kırk Avrupalı uzmanın, ellerinde cetvellerle çizdikleri bölgeye verdikleri ad olduğuna dair Turan Kışlakçı’dan naklen bkz. Türkmen, Hamza, Gelecek Tasavvurumuz ve Ortadoğu İntifadası, Ekin Yay., İst., 2012, s. 146.
[2] A.e., s. 136.
[3] A.e., s. 66.
[4] Halkına “sıçanlar”, “lağım fareleri” diye hitap eden Kaddafi’nin yakalandığı yer, sığındığı yer kanalizasyon borusuydu bkz. A.e., 163.
[5] A.e., s. 193.
[6] A.e., s. 90.
[7] A.e., s. 84.
[8] A.e., s. 97.
[9] A.e., s. 88.
[10] A.e., s. 78-79.