Salih Sedat Ersöz
Orucun sağlığımıza etkisi (3)
Orucun; başta mide olmak üzere tüm sindirim sistemi organlarını ve tüm vücut hücrelerini dinlendirdiğini, kalbe ciddi bir rahatlama sağlayarak yüksek tansiyonu düşürdüğünü ve kalbin, normalde sindirim sisteminin kullanmak zorunda olduğu kanı sindirim sistemi organları oruç sayesinde istirahatte olduğu için temiz olarak beyne gönderdiğini, böylece düşünce hızında artış meydana geldiğini ve vücudun önceden depolamış olduğu fazla yüklerden oruç ile kurtulduğunu bir önceki Ramazan sayfası yazımda kaleme almıştım.
Orucun temel faydalarından biri de, vücudumuzun fazla yüklerle birlikte toksinlerden yani zararlı maddelerden arınmasını sağlamasıdır.
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, İslâm’ın emrettiği oruç, sağlığımız yönünden çok büyük önem taşıyor. Ancak vücudumuzun bu faydaları temin edebilmesi, Orucu Allah ve Rasûlü’nün istediği şekilde yerine getirmemize bağlıdır. Bu da gerek iftarda gerekse sahurda mideyi tıka basa doldurarak değil, hafif yiyecekleri tercih etmekle mümkündür.
Oruç tutarken mutlaka sahura kalkılmalı ve kahvaltı şeklinde hafif yiyecekler alınmalıdır. Sahurdan sonra tok mideyle hemen yatmamalı, mübarek Ramazan Ay’ını en güzel şekilde değerlendirmek maksadıyla mümkünse Camide cemaatle sabah namazı eda edilmeli ve daha sonra yatılmalıdır.
İftarda ise iftariye veya çorba ile iftar edildikten sonra, akşam namazı için yemeye ara verilmeli ve ana yemeğe namazdan sonra devam edilmelidir. Ana yemek yine ağır olmamalı ve hafif yemekler tercih edilmelidir. İftar ile sahur arasında da bol su tüketilmelidir. Oruç, ancak bunlara uyularak tutulursa 3 gündür yazmaya çalıştığım tıbbi faydalar elde edilebilir. Aksi halde uzun bir açlığın ardından haddinden fazla alınan yiyecekler, fayda değil vücuda elbette zarar verecektir.
Allah Rasûlü Efendimiz yemek konusunda şöyle buyurur: “Sofradan tam doymadan daha yeme iştahınız varken kalkınız. Midenin üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de nefes almaya ayırınız.” Tıp dünyasının ancak son yıllarda, sıhhatli yaşamanın az yemeye bağlı olduğunu ve çok yemekten kaçınmak gerektiğini söylemeye başladığı dünyada, inancımızın elçisi zamanımızdan 1400 yıl önce; “ oruçta sıhhat vardır, oruç tutunuz, sıhhat bulunuz” , “çok yiyip içmek hastalıkların başıdır” ve “Allahu Teala az yiyip içen ve bedeni hafif olan mü’mini sever” gibi çok güzel prensipler ve düsturlar ortaya koyuyorsa bu anlayışa ve bu inanca sahip çıkmak ve bu prensiplere bağlı kalmak gerekmez mi?
Aynı şekilde günümüz bilim adamlarının son yıllarda sık sık dillendirdiği midenin dolu olması kafanın boş olmasına delalet eder şeklindeki açıklamaları yanında, yine aynı anlayışın ve aynı inancın elçisi 14 asır önce, “oruç tutanın idraki artar, zekası açılır” ve “çok yiyip içmekle kalbinizi öldürmeyin” gibi ulvi mesajlar vermişse, bu elçinin söyledikleri ile amel etmemiz ve onun mesajları doğrultusunda hareket etmemiz gerekmez mi?
Bizim üzerimize bizden daha fazla titreyen ve bizi bizden daha fazla düşünen bu anlayışa, bu inanca ve bu kutsal Elçi’ye selam olsun.
Bu konuda son olarak şunu da söylemek gerekiyor. Biz orucumuzu, 3 gündür açıklamaya çalıştığımız sıhhi durumların oluşması niyeti ile değil, Allah emrettiği için, O’nun emrine ram olmak için, kulluk borcumuzu ödemek için, verdiği bütün nimetlerine şükran ve minnet duymak için, Yaratıcımızın rızasını kazanmak niyeti ve O’nun istediği şekilde yaşamak arzusuyla tutarız. O’da biz kullarına bu iyilikleri fazladan bir nimet olarak verir.
Hayırlı Ramazanlar efendim…