Serpil Yalçınkaya
Otizmli İsen yaklaşma (!!!)
Mehmet ve Aynur kızlarının otistik olduğunu ancak kreşe başladığında fark ettiler, çünkü Ayşen onların ilk çocuğuydu ve anne-baba olma noktasında henüz çok acemiydiler. Her ikisi de öğretmen olup ailelerinden uzak bir şehirde görevli oldukları için durumu önceden fark ederek onları uyaracak tecrübeli bir aile büyükleri de yoktu yanlarında. Çünkü otizm öyle hemen kolay anlaşılabilinecek bir durum değildi.
Velhasıl ne zaman ki Ayşen kreşe başladı, işte o zaman zor olan imtihanları da başlamış oldu Duran ailesinin. Otizm neydi, otistik çocuk ne demekti, kızları Ayşen’i ve onları ne gibi bir süreç bekliyordu… Kafalarında onlarca soru ve ondan çok daha fazla kabullenememe, suçluluk ve daha sonraları karşılıklı birbirlerine yöneltecekleri suçlama duygularıyla baş başa kalmışlardı.
Konuyu fazla uzatmadan devam edelim… Günler, aylar birbirini kovaladı ve Ayşen’in ilkokula başlama dönemi geldi. Anne-baba eğitim-öğretime uzak kimseler değillerdi; ortaokul öğretmeniydiler. Ayşen’in okuması çok zor olmasa gerek diye kızlarını ilkokula kaydettirdiler. Ama hiçbir şeyin umdukları gibi olmayacağını acı bir şekilde de anladılar o ilkokula başladığı ilk haftada. Meslektaşları da olan Nermin Hanım sınıfında böyle bir öğrenci okutmak istemediğini açıkça ifade etti aileye. Onca ısrara, ricalarına rağmen Ayşen’nin kaydını aldırmalarını istedi. Sınıfta diğer çocukların Ayşen’den korktuğunu, onun yüzünden okula gelmek istemediklerini, kendisinin de derse konsantre olamadığını anlattı aileye. Kim bilir belki o da kendince haklıydı. Diyecek bir şey bulamadı Duran Ailesi…
Kızlarını evlerinin yakınındaki başka bir okula göndermeye karar verip kaydını aldırdılar. Ama burada da benzeri bir problem çıktı karşılarına, Ayşen diğer çocuklarla olması gerektiği gibi bir ilişki kuramıyor, ani hareketler yapıyor ve diğer çocukların hoşnutsuz şikâyetlerle öğretmene gittiğini öğreniyorlardı. Durum velilere de yansımış, birkaç veli önce öğretmene, daha sonra da okul idaresine şikâyete gitmişlerdi. Olay büyümüş, Ayşen o okulda ve sınıfta da barınamamıştı. Bu arada aile içi ilişkiler de iyice gerilmeye başlamış, bir yanda suçluluk duygusu diğer yanda karşısındakini suçlama duygusuyla karışmış, öte yandan-dışlanmanın doğurduğu güceniklikle gelen- yenilmişlik duygularının harmanlanmasıyla ortaya çıkan çaresizlik aileyi oldukça yıpratmıştı. Nereye başvuracaklarını, nasıl bir yol izlemeleri gerektiğini bulamıyorlardı.
Uzun araştırmalar sonucunda, en nihayetinde uzak bir okulda da olsa bir öğretmenin kızlarını kabul edeceğini öğrendiklerinde yeni bir umut ışığı -buruk da olsa- yayıldı hane içine. Hemen ertesi hafta Gülcan Hanım’ın sınıfına kaydettirdiler Ayşen’i. Gülcan Hanım gerçekten de merhametli, tecrübeli ve işinin hakkını vermeye çalışan gayretli bir öğretmendi. Ayşen sınıflarına başladığı daha ilk hafta tüm velilerini toplayarak Ayşen hakkında onları da bilgilendirmiş, bu süreci hep birlikte aşmaları gerektiğini, velilerine çocuklarına gereken hassasiyeti göstermeleri gerektiği noktasında bilgilendirmelerini yapmıştı. Eskisi kadar zor olmasa da yine de epey güçlükler çekerek Ayşen ilkokulu iyi kötü bitirdi.
Ortaokul zamanı geldiğinde Duran Ailesi için yeni bir sınav başlıyordu. Rehberlik Araştırma Merkezi ile görüşüldü. Oradaki yetkililer çocuğun kendi yaşıtları gibi ortaöğretim kurumlarında normal eğitim alabileceği kanaatine vardılar. Duran ailesi bu duruma çok sevindi. Yıllarca bunun için gayret etmiş, Ayşen’i Ankara başta olmak üzere otizmli çocuklarla ilgilenen ne kadar ünlü ve başarılı kurum varsa götürmüş, ellerinde-avuçlarında ne varsa kızlarının sağlıklı (en azından sağlıklı olmaya en yakın) bir birey haline gelmesi yolunda harcamışlardı. Artık her şey daha kolay olacaktı. Zaten karı koca aynı ortaokulda görev yapıyorlardı. Ayşen de bu okula devam edebilirdi. Zaten okul öğretmenlerinin çoğu da kendi samimi mesai arkadaşları değil miydi?..
Yeni okul dönemi başladı. Mehmet ve Aynur her eğitim-öğretim döneminde olduğu gibi ders programlarını ellerinden geldiğince Ayşen’e göre ayarlayıp, hep birlikte okullarına gitmeye başladılar. Aynur bu konuda çok hassas, kızı için büyük fedakârlıklar yapıyor, her teneffüs koşar adımlarla kızının sınıfına gidiyor, dersine giren öğretmen arkadaşlarına Ayşen hakkında bilgiler veriyordu. Birkaç hafta sonra boş derslerinden birinde üst kata çıkması icap etmişti. Büyük bir şok geçirmesine neden olacak o olayla da o gün karşılaşmış oldu. Ayşen’in sınıfı okulun en üst katındaydı. Aynur oraya çıktığında ders saati olmasına rağmen Ayşen’in sınıf kapısının dışında beklerken gördü, koşarak yanına gitti, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Pek bir şey anlamadı kızının anlattıklarından. Kızını yanına alıp öğretmenler odasına geri döndü. Teneffüsü her dakika artan hızlı kalp atışları yüzünden nefes nefese bekledi. Zil çalınca az önce kızının dersinden çıkan Maide Hanım gelip sandalyelerden birine oturunca Aynur Hanım sakinleşmeye çalışarak kızının niçin sınıf dışarısında bekletildiğini sordu. Maide Hanım aslında olgun bir insandı ama soru karşısında önce afalladı ama hemen ardından başını dikleştirerek, matematik dersinin zaten zor bir ders olduğunu, hem anlatanın hem de dinleyenlerin dikkatlerinin dağılmamasının önemini anlatmaya başladı. Aynur Hanım konunun kendi kızına bağlanacağını en başından anlamıştı zaten. Sesi titremeye, kalp atışları hızlanmaya başladı. Bu arada eşine mesaj atıp oyalanmadan öğretmenler odasına gelmesini, kendisine destek olmasını istemişti. Ama o gelene kadar Maide Hanım zaten diyeceğini demişti. Aynur kızını ve yaşadıklarını tekrar anlatmayı denenmek istedi titreyen sesi ile ama fen bilgisi öğretmeni Ali Rıza Bey ve sosyal bilgiler öğretmeni Kamil Hoca da Maide Hanım tarafından olaya müdahil olunca Duran Ailesi bir kez daha büyük bir yenilmişliğin pençesine düşmüş oldular. Hem de kendilerini en yakından tanıyan ve anladıklarını zannettikleri eğitimci dostları tarafından…
Yukarda yazdıklarım -isimler değiştirilmiş olsa da- gerçekte yaşanmış bir olaydır değerli okuyucularım. Bu hikâyeyi sizlerle paylaşma sebebim geçtiğimiz hafta Aksaray’daki yaşanılanlar.
Aksaray Mehmetçik İlköğretim Okulu'nda bir grup veli, okuldaki özel eğitim sınıfının kapatılması için eylem düzenlemişlerdi. Otizmli çocukların okulda eğitim gören diğer öğrencilerin ‘psikolojisini kötü etkilediğini’ savunan bazı velilerin başvurusu üzerine okul idaresinin ve Aksaray Valiliği'nin de harekete geçtiği iddia edilmiş ve bu olay sosyal medyada kısa sürede tepki çekmişti.
Okuldaki özel öğrenci velileri ise son birkaç aydır okul idaresi eliyle kendilerine yönelik olarak ‘yıldırma politikası’ güdüldüğünü ve çocuklarının okuldan uzaklaştırılmak istendiğini söylüyorlardı.
Otizmli çocuğa sahip velilerden biri tacizlerin dayanılmaz hale geldiğini anlatıyor:
"Çocuklarımızın bölümü paravanla ayrılmış durumda, sınıflarından çıkamıyorlar. Okula arka kapıdan girip çıkıyorlar, yemekhaneleri ayrı, tuvaletleri ayrı… Diğer çocuklarla muhatap edilmiyorlar. Ama ne olduysa son birkaç aydır tamamen yıldırma politikasına gidildi. Çocuklar istenmemeye, itilip kakılmaya başlandı. Diğer veliler otizmli çocukların velilerine hakaret etmeye başladı."diyordu.
Diğer taraftan Özel Çocuklar Eğitim ve Dayanışma Derneği’nden ise, otizmli çocukların Mehmetçik İlköğretim Okulu'nda olduğu gibi diğer öğrencilerden ayrılması ve izole edilmesinin çeşitli sıkıntıları da beraberinde getireceğini ifade ediliyordu.
Mahalle muhtarı bile olaya dâhil olmuş; “Vatandaş bana çok baskı yapıyor, sürekli şikâyet ediyorlar. Ben de geçen hafta bu işi Vali beyle görüştüm. Vali bey, ‘Bir ay sabredin muhtarım’ dedi. Biz de tamam, dedik. Velilere bir ay beklemelerini söyledim. İl Milli Eğitim Müdürü ise 8-9 ay sürecek diyerek işi karıştırıyor. Valilik başka bir okula taşınacaklarını söyledi ama vatandaş inanmıyor. Çünkü bundan 3-4 sene önce yine gidilip şikâyet edilmiş, MEB bu okuldan onları alacağız demiş ama almamışlar.”şeklinde açıklamalarda bulunmuştu.
Böylece konu Milli Eğitim Bakanlığı’na kadar ulaşmış oldu ve resmi açıklamalar yapıldı, soruşturmalar başlatıldı. "Söz konusu okulumuzda özel eğitim sınıfı uygulamasının gerektirdiği hassasiyetler dikkate alınarak, okul içerisindeki alanlarda ilgili düzenlemeler yapılmış olup, eğitim - öğretim faaliyetleri devam etmektedir" ifadelerine yer verildi.
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk da, “Otizmli çocuklarımız ve ailelerini inciten hadise; ne eğitim sistemimizle ne de toplumsal değerlerimizle örtüşmektedir. Engelli çocuklarımıza ve ailelerine yönelik yürüttüğümüz her çalışmada hassasiyet gösterirken; böylesi bir münferit olayın yaşanmış olması kabul edilemez.” Şeklinde beyanda bulundu.
Sosyal medya aracılığı ile ülke gündemine gelen bu durum ne yazık ki ilk defa Aksaray’da yaşanmadı. Yıllardır bu travmaları yaşayan birçok aile var. Diğer insanlara göre çocukları için daha fazla çırpınmak zorunda olan anne babalar otistik bir çocuğa sahip olmak sanki bir kusurmuş gibi toplum tarafından dışlanılmakta, kimileri okul yönetimi, kimileri veliler ve diğer öğrenciler tarafından, daha doğrusu toplum tarafından taciz edilmekte ve sırtlarındaki ağır yüklerine yük eklenmekte.
Ama olay bununla da bitmiyor ne yazık ki… Bu durum epeyce sarpa sarmış durumda. Hangi tarafa baksanız herkesin kendince haklı olduğu taraflar var. İşin iç yüzü o kadar karmaşık ve kırılgan ki. Ben bu konuda hiç kimseyi suçlamak istemiyorum. İki ucu keskin bıçak misali.
Özel çocukların, dürtü kontrol bozuklukları sonucu diğer çocuklara zarar verebilecekleri, olağan gelişim gösteren çocukların eğitim hakkını engelledikleri şeklinde velilerde oluşmuş bir önyargı da var. Bu durum mağduriyetin tek taraflı olmadığının da göstergesi kimilerine göre ne yazık ki.
Hiç kimse kendi arzusuyla otistik bir çocuğa sahip olmak istemez; ama böyle bir imtihanla karşılaşmışlarsa da bu hiç kimsenin suçu değil. ( Ki bu durumda olan çoğu aile ile olan görüşmelerimde, onlar çocuklarını asla kusurlu görmemekle birlikte, kendilerine gönderilmiş birer hediye olarak özümseyip, çocuklarının üzerlerine titreyen kimseler). Ne yazık ki pek çok kimse bu empatiyi kurmaktan çok öte.
Diğer taraftan bu çocukların da eşit eğitim fırsatlarına ulaşabilmeleri için birçok yasal düzenleme yapılmış olmasına rağmen, maalesef yasalar uygulanmamakta bu çocukların eğitim hakları doğrudan ya da dolaylı olarak ellerinden alınmak istenmekte. Sonuçta da Aksaray’dakine benzer nice olaylar yaşanmakta.
Yaşanılanlar yaşandıklarıyla kalmasa keşke… Keşke durum doğru algılanabilse, tüm taraflar bir araya gelip, birlikte çözüm yolları araştırılsa. Ortak bir yol bulunup en doğru, en mantıklı şekilde hareket edilebilse. Herkes birbirini az da olsa anlama gayretine girişse.
Keşke birlikte yaşayabilmenin mümkün olduğu, farklılıklarımızla bir bütün olduğumuz kavranabilse ve böylece zaten omuzlarında daha ağır yük taşımak zorunda kalan ailelerin yükü az da olsa hafifletilebilinse…