M. Faik Özdengül
Renkler! Ama aslında gölge…
İçindeki çocuğu bizimle paylaştığı için yürekten teşekkür ediyorum, bu sıcak yaz günlerinde keyif verecek bir farkındalık, birlikte okuyalım…
Mordu, uyandığında o sabah. Önce bir- iki kırpıştırdı gözünü; bir sağa bir sola dondu yatak rahatsızmış gibi. Ama sabaha dek mışıl mışıl uyumuştu oysa. Yok, yok sevmiyordu bu rengi hiç. Tekrar kapadı, yine açtı gözünü hala mordu. Bu tonunu hiç sevemedi morun- siyaha çalan bir mor, içi geçmiş bir mor, mor işte mor. Kalkmak istemedi yataktan ama çok işi vardı aksi gibi o gün.
Yürüdü banyonun kapısını açtı gacır gucur. Uyandırmak istemedi kimseyi -karşılaşıp konuşmak, günaydın demek bile gelmedi içinden çünkü- Aynayla karşılaştı ama… Baktı, şaşırdı. Bilirsiniz biri gülen biri ağlayan tiyatro maskeleri vardır. Öyleydi o gün aynadaki yüzü. Yarısı ağlamaklı, diğer yarısı kahkaha atmaya hazır. Ağlamaklı tarafındaki kulağında bir çığlık sesi, gülen tarafındakinde ise bir Türk filmi kahkahası. Ne olmuştu ona o gün? Bir şeylerin önce iyi başlayıp sonra kötüye gideceğini mi işaret ediyordu tüm bu olanlar; yoksa tam tersine kötü başlayıp iyi mi sonlanacaktı her şey? Yüzünü yıkadı -aslında yıkamadı- silmek ister gibi tüm uzuvları yerlerinden ovuşturdu yüzünü. Önce göz yuvalarına çalıştı, sonra burnu ve en son ağzına. Ama olmadı. Su her şeyi temizlerdi hani, bu kez niye işe yaramıyordu?
Giyinip hemen cıktı evin kapısından. Ama adım atar atmaz topuğu takıldı bir gri taşa ve ikinci renge de lanet okudu içinden. Anlaşıldı bugün hayat renklerini dağıtırken adaletsiz davranmıştı kendisine, baksanıza güneşe sarıyı vermişti her zamanki gibi, ağaçlara yeşili, çiçeklere de pembeyi, lilayı ve kırmızıyı. Koşar adım uzaklaştı oradan. Kaçtığı renkler değildi de sanki kendi gölgesinden kaçıyordu. Öyle hızlı yürümeliydi ki gölgesi yakalayamasındı onu. Hemen bir banka kuyruğuna girdi, sonra defterdara uğradı. Bir kafeteryada karnını doyurmaya gitti, ve hepsini alelacele yaptı. Yedi içti hesabı ödeyip çıktı oradan. Bir ara takip ediliyormuş hissine kapılıp çaktırmadan arkasına baktı kimse yoktu. Bir tek kendi gölgesi. Haksızlık ettiğini düşündü o an, kendisinden kaçmak için bir oraya bir buraya koşuşturmuş, şaşırtıp atlatmaya çalışmıştı ama ne vefalıydı ki hala peşindeydi, hala yanındaydı, hala yalnız bırakmamak için kan ter içinde takipteydi. Tam bu sırada, tam böyle düşünürken bir çiçekçi belirdi karşısında. Kokularından önce renkleri kamaştırdı gözlerini hepsi de ciyak ciyak bağrışıyordu -ben sarı, ben kırmızı, ben lila, ben pembe- Anaokul sıralarında renklerin adını yeni öğrenmiş gibi idiler, heyecanla ezber yapıyorlardı sanki. Sonra burnundan beyninin tüm hücrelerine sindi leylaklar, karanfiller, papatyalar ve güller ve daha adını bilmediği bir çokları. Evet, evet kötü başlayıp iyiye gidiyordu sanki gün. Ne çok rahatladı o an. Hepsinden birer adet aldı çiçekçiden. Diğer işlerini daha sakin bitirmeye gayret etti bu kez. Ve her aklına geldiğinde dönüp kontrol etti. gölgesi yerinde miydi, gelmeye devam ediyor muydu?! Evet hem de yorulmadan…Güneş artık yorulup uyumaya gittiğinde eve gitme vakti gelmişti. Kapının zilini çaldı her zamankinin aksine. Anahtarını aklına bile getirmedi. İyi akşamlar diledi kapıyı açan annesine ve masa başındaki babasının yanağına bir öpücük kondurdu. Kardeşlerine yolunun üstündeki oyuncakçıdan aldığı hediyelerini verdi. Ne güzeldi çocuk sevinci. Mutfağa geçip ev halkının şaşkın bakışları arasında vazoya tüm çiçekleri özenle yerleştirip masanın ortasına koydu. Yemek boyunca hem sohbet ettiler, hem kahkaha attılar o gün. Ve kimseler görmeden her bir çiçeğe göz attı. Yorulmuştu o gün ama herkes yatana kadar bekledi bu kez. İyi gelmişti gece yuva sıcaklığı. El ayak çekilince odasına çıktı, üzerini değiştirip yatağa süzüldü usulca, gölgesini de yanına alarak. Biliyordu ki şimdi ağlayan taraf gitmişti yüzünden. Tebessümle gözlerini turuncu kapadı. İstediği işte buydu.
www.pozitifdegisim.com