M. Faik Özdengül
Ruhların raksı
Eski radyoların, bazı evlerde pazar sabahları kahvaltıya ve kızarmış ekmek kokusuna eşlik ettiği, o eski günlerden birinde, bir çocuk hayal kurdu.
Pekmezle yoğurdun karıştırıldığı ve üzerine ekmeğin bandırılıp yendiği günlerdi. Kar yağardı, hem de çok. Toprak damlardan karlar aşağı atılmalıydı. Daha kahvaltıdaki küflü peynir kokusu geçmeden dışardan komşuların kürek sesleri duyulmaya başlanırdı bile. Annelerin ördüğü eldivenler giyilirdi o zamanlar. Şapkalar ve kazaklar da elde örülürdü. Annelerin işi çoktu o günlerde. Haftanın en az bir gününü çamaşır alırdı. Hem kocalarına yardım ederler, hem çocukla meşgul olurlar hem de evin işleri onlara bakardı. Annelerin yattığı ve kalktığı zamanları çocuklar göremezdi. Onlar uyuduktan sonra muhtemelen uyur ve uyanmadan kalkmış olurlardı.
Babalar da çok çalışır az konuşurlardı o zamanlarda. Köstekli saatleri yeleklerinin bir cebinde, tütün tabakası diğerinde olurdu. Evde büyükler olurdu hep ve en çok onlar konuşurdu. Onlar da harpten, seferberlikten anlatırlardı. Irmaklar akardı evlerin bahçesinde. Çocuklar üstünden atlardı.
Sokak çeşmesine gitme vakitleri olurdu. Plastik bilinmezdi. Bakır güğümlerin kendisi zaten ağırdı. Çocuklar bir taraflarına eğilerek getirirlerdi içi suyla dolduktan sonra. Şikayet etmeyi bilmezlerdi zaten.
Evler elektrikle tanışmamıştı henüz. Onlar idare lambası altında yazdıklarını görmeye çalışırken, nineleri de değirmende kavrulmuş mısır öğütürdü onlara. Bazen göz göze gelirlerdi. Göz göze gelince, el değirmeninin etrafında dolanırken elleri ninelerin, çocuklar onların ağızlarının da kıpırdadığını görürlerdi. Bilirlerdi ki, duaları birazdan nefes olup onların yüzüne üflenip serinletecekti minik yüzlerini. O zaman daha hızlı yazardı küçük elleri, daha iyi görürdü minik gözleri. Çoğu zaman daha öğütülmüş mısırı bile yiyemeden rüya görmeye başlarlardı çocuklar. Uyuyup kaldıklarından, kalem tutan ellerini sabah yataklarında yanı başlarında bulurlardı birden. Gözlerini oğuşturur ve gülümserlerdi.
O zamanlarda yollar tenha olurdu. Küçük çay bahçelerinin önünden geçerken okula doğru gramofon çalardı amcalar onlar için. Nadiren rast geldikleri yaşlı amcalar ceplerinden leblebi çıkarıp avuçlarına doldururlardı. Çantaları ellerini acıtırdı. Ayakkabıları mutlaka su alırdı. Buna rağmen onlar yine hayal kurardı.
Bir çocuk hayal kurdu o günlerde. Anneler rahat edecekti hayalinde. Babalar daha çok gülümseyip daha az öksürecekti. Dedeler ve nineler daha güzel giyinecekti. Okulları daha yeni, öğretmenleri daha çok gülümseyecekti. Evleri daha büyük, eşyaları daha çok olacaktı. Otomobilleri vardı hayalinde ve evlerinde de telefon.
Elektrik geldi evlerine önce. Sonra çeşme. Sonra telefon, fırın, elektrikle çalışan süpürge. Hayalleri bir bir gerçekleşiyordu. Yollar otomobille doldu. Okulları sıraları yenilendi. Daha çok kalemi ve silgisi oldu. Çantası da çok güzeldi…
Hayali tamamdı tamam olmasına rağmen ancak eksik kaldı bir şeyler. Şimdi kendisi anne baba oldu. Çocukları da oldu. Evi hayalindeki gibi. Otomobili de var. Elbiseleri yeni. Hiç kimse yorulmuyor işten güçten eskisi kadar. Çocukların kendi odaları var. Uyuyup kalmıyorlar lamba başında; fakat çocukların yüzüne duaları nefes yapıp üfleyenler yok. Eskiden yorulunca bedenler, ruhlar yaşıyormuş meğerse evlerde. Ruhların birlikteliğinin neşesiymiş sabah gülümseten yüzleri. Bedenler için yapılandırılınca hayat, ruhlar hapsedilmiş ve insanlar daha çok daralıp bunalmaya başlamış.
O zaman her insanı aslında iki kişi gibi düşünsek mi? Beden ve ruh. Ya birisini yüceltiyor ya diğerini. Bedeni ya da nefsi diri tutan ilkel kalıyor. Diğerinin ruhunu göremiyor. Sadece kendisini düşünüyor. Her lafa ben diye başlıyor. Herkesi ve her şeyi suçluyor. Kavga ediyor, çok gürültü çıkarıyor. Öfkesinden tanıyoruz onu. Bedeni değil de ruhunu yüceltenlerle ise kolay geçiniliyor. Az konuşup çok susuyorlar. Gerektiği yerde gerektiği kadar. Daha çok çalışıp daha az tembellik ediyorlar. Almak için değil daha çok vermek için yaşıyorlar.
Birisi diğerinden daha önde olacak her zaman. Ya bedenin ve nefsin ya da ruhun.
Biliyor musun zaten nefsin ölümlü. Geçici. Baki olana doğru koşsana. Ruhların raksettiği evlerdeki yaşamı düşünsene.
O çocuk gramofondan duyduğu şarkılarla büyümüştü. Şimdi ruhundan gelen şarkılara kulak kabartıyor.
Hala hayal kuruyor.