Hasan Ukdem
Ruhun sesine de kulak vermek gerek...
Düşlemek bilmekten daha önemlidir.
Albert Einstein
Çok mu gerçekçi bir çağda yaşıyoruz? Aklı, kullanmaktan deli ettik sanki! Her şeyi iki kere iki dört eder mantığıyla çözmeye alıştırılmışız. Oysa bazen ikiyi bölmeyi, bazen çarpmayı, bazen çıkarmayı da hayatımıza almalıyız. Fani bir dünyada yaşadığımızı bildiğimiz halde toplamaya bayılıyoruz. Biriktirdiklerimiz bir gün arkamızda kalmayacakmış gibi, satamayacağımız, kullanamayacağımız samanın nodasını yapmakla ömür törpülüyoruz.
Rakamları çoğaltmak, makamları yükseltmek en büyük emelimiz olmuş. Haftalık, aylık, yıllık, hatta daha uzun zamanları programlamak istiyor, ömrümüzü parsel parsel bölerek tüketiyoruz. Yemyeşil tarlalar gibi verimli olmak, gökdelenler gibi görkemli görünmek istiyoruz. Oysa her şeyin olduğu gibi, bizim de bir içimiz var. Fark etmiyoruz belki ama içimiz bu hayat tarzımızı onaylamıyor. Modern yaşamın Allahsızlaştırdığı hayatı, estetikten uzak, sanattan beri duran bu yaşam tarzını içimiz almıyor. Şiirini kaybetmiş bir çağın oyuncağı olmaktan şikâyet bile etmeden, günü güne ekleyip gidiyoruz. Rambo filmlerinden birinde, kavgadan kavgaya, savaştan savaşa koşmaya alışmış, Rambo’ya, savaşın bittiğini, artık sivil hayata geçmek zorunda olduğunu bildiren komutanı, onun bir boşlukta kaldığını görünce: “Bundan sonra nasıl yaşayacaksın?” diye sorunca, Rambo: “Günden güne” der. Maalesef çağın insanı da Rambo gibi, her gün bir mücadelenin, bir rekabetin, bir savaşın içinde günden güne savrulmakta...
Hayal kurmayı, düşlemeyi, umut etmeyi unutturdular bize. Sevginin karşılıksız bir şey olduğunu, aşkın dokunmaktan ibaret olmadığını düşünemiyoruz. Bir yıldıza bakarak düş kurmayı, maddi bir getirisi yok diye aptalca buluyorlar, sevgiliyle el ele mehtabı seyretmenin tensel bir hazzı olmaz diye delice buluyorlar ve sevgililerin birbirinin varlığından yetinmeyi budalaca buluyorlar. Oysa maddiyatın ve tenin bir ömrü var. Bir yerde biter. Oysa sevgi ve aşk insanı ömrü boyunca mutlu kılar. Her şeyin hayali gerçeğinden daha heyecan vericidir. Düşlemeden, hayalini kurmadan ulaşılan gerçeğin kıymeti bilinemez.
Ömür insana bir defalığına verilen bir şeydir ve zannettiğimizden kısa sürer. Ömrün içini buradan götüremeyeceğimiz şeylerle doldurmayı bırakmalıyız artık. Yeniden insanlık değerlerine, ahlaka ve hayatın şiiriyetine rücu etmeliyiz. Zaman geçirmeye gelmediğimizi, geçirdiğimiz zamandan sorumlu olduğumuzu idrak etmeli ve her anı güzelliklerle, iyiliklerle ve doğruluklarla bezemeliyiz. Gazali: “Akıllı olan kimse nefsine demelidir ki: Benim sermayem, yalnız ömrümdür. Başka bir şeyim yoktur. Bu sermaye, o kadar kıymetlidir ki, her çıkan nefes hiçbir şeyle tekrar ele geçmez ve nefes sayılıdır, azalmaktadır” der. Azalan ve yerine hiçbir şekilde koyamayacağımız bir değeri bu kadar ucuz bir biçimde harcamak aslında akıllıca bir davranış olmasa gerek.
“Ne üstün zekâ ne hayal gücü ne de ikisi beraber, bir dahi yapmaya yeter. Sevgi, sevgi, sevgi... İşte bu dehanın ta kendisidir” Mozart da böyle söylüyor. Burada kast edilen “deha “hayatın manası olmalı. Hayat sevgiyle anlam kazanır ve sevgiyle akışını ummana doğru götürür. Hayat, tabiatı gereği zor ve çetrefillidir, o yüzden mücadele vermek, insana yüklenen manaya ulaşmak için, bizleri motive edecek en önemli unsur sevgidir. Sofokles de bunun altını şöyle çizmiş: “Bizi yaşamın ağır yükünden ve ıstırabından kurtaran tek sözcük sevgidir”
Sevgi insanın hayal gücünü zorlar, düşlerinin sınırlarını genişletir. İnsan sevdiğinden uzak kalsa bile, sevgisi onun ruhunu beslemeye devam eder. Kolay vaz geçmez ve hayatta başına gelebilecek her musibete karşı direnç kazanır. Victor Hugo, Notre-Dame'ın Kamburu adlı romanında bunu şu şekilde anlatır.: Sevgi denen şey bir ağaca benzer. Kendiliğinden yetişiverir, köklerini bütün benliğinize salar. Anlaşılmaz tarafı şudur ki, bu sevgi ne kadar körse, o kadar da inatçıdır. Akıl şuur gibi, sahip olmadığı zaman da inadına kuvvetlenip sağlamlaşır.
Yazımızın başındaki soruya ya da hayıflanmaya geri dönecek olursak, evet çok gerçekçi bir dünyada yaşıyoruz. Buradaki gerçekçi, olumsuz manadadır, yani rasyonel ve maddeci bir çağrışım yapmaktadır. İşte bunun panzehiri düş kurmaya, hayal etmeye ve sevgiye geri dönmektedir. Yani hayatın şiiriyetini yeniden yakalamalı, yeniden kurmalıdır, modern olandan yüreğe, ruha ve Allah’a doğru yol açmaktadır. Evet elimizi sol yanımıza götürüp soralım bakalım isteği bu değil miymiş?