Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Sağduyu çağrısı

Türkiye, tam da barış ortamına giriyor diye sevinirken taksim gezi parkı eylemleriyle birlikte yeniden bir kaos ortamı başlatılmak istendi. Çevre duyarlılığı ile hareket ettiklerini söyleyen kimseler maalesef işe, çevreyi tahrip etmekle başladı. Resmi ve sivil vatandaşların mallarına zarar veren bir vandalist hareket ortaya çıktı.  Provokatörlerin işe karışmasıyla maalesef,  sivil ve resmi can kayıpları da yaşandı.  Bu da yetmedi, Cizre ve Lice’de meydana gelen olaylar bahane edilerek halk tekrar sokaklara çıkarıldı.

Öte yandan, psikolojik bir ortam oluşturularak gençler bu eylemlerin içerisine çekildi. Eylemlerin en çirkini de hakaretin kutsal değerlerimize kadar uzanmış olmasıdır. Ama buna rağmen halkımız oyuna gelmedi. Sabırla bu yapılanları izledi ve onların ıslahına dua etti. Biraz da bu, büyük devlet olmanın ahlakından gelmektedir. Herkes, cevabı, kanunun vermesini istedi. Böyle bir istek de isabetli oldu. Eğer tersi olmuş olsaydı, bir yetki kargaşası çıkar ve toplumun nereye gideceği belli olmayan olaylar zinciri kendisini izlerdi. Evet, bütün bunlar bize, barışın bedeli olarak yaşatılmak istenmektedir. 

Bütün bir İslam âlemiyle birlikte millet olarak Kur’an’ımızın doğum ayı olan rahmet ve huzur iklimine giriyoruz. Kutlu mevsimin gölgesi, üzerimizde.  Bu toplumda yaşayan ve kendisini bu toplumun değerlerine ait hisseden herkes, sağduyu çağrısına katkı yapmalıdır. Bunu sadece söz ile değil, bizzat davranış tarzıyla da göstermelidir. Çevre ülkelerde olup bitenlere bakarak, zaman kavga etme zamanı değil, gücümüzü birleştirme zamanıdır. Hepimiz aynı manayı paylaşıyoruz, aynı gemide gidiyoruz. Gemiyi delmek isteyenlere fırsat verilmemelidir.  

Bizim değerler dünyamızın en asil kavramlarından birisi, hilimdir. Hilmin zıddı, cehildir. İnsanın başına ne gelirse, cehlinden gelir. Cehil, duygu ve hırslarına yenilip, öfke seline kendisini kaptırıp giden kimsenin ruh halini yansıtır. Böyle bir duygu taşıyan kimse, öfkesini iyi yönetemez, kendisini kontrol edemez. En ufak bir kızgınlık anında iradesini kaybedip hemen parlar. Kontrolsüz bir ihtirasla öfkesine kapılır, düşünmeden ileri atılır ve neticede sorumsuzca yaptığı eylemlerden dolayı sonu pişmanlığa varan ağır faturalar ödemek zorunda kalır.

Hilim ise,  öfke anında kişinin başkasına zarar vermeye gücü yetmekle birlikte heyecanını kontrol etmek suretiyle muhatabına yönelik intikam duygusundan vazgeçmesidir. Dolayısıyla hilm, cehil patlamasını dizginleyebilen kâmil insanın ahlakıdır. Böyle bir kimse, duygularını frenlemesini, kör ihtiraslarını yenmesini, ne olursa olsun sinirlenmeyip soğukkanlı bir şekilde sakin olarak hareket etmesini bilir. Çünkü “öfkeyle kalkan zararla oturur.” Toplumsal hayatta insanın başına ne gelirse kendisini kontrol edemediği, öfkesini iyi yönetemediği için gelir.

el-Halîm, aynı zamanda Yüce Allah’ın en güzel isimlerinden birisidir. Hilim ahlakını kuşananlar, Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmış olurlar. Hilim ahlakını en güzel bir şekilde şu ayet anlatmaktadır: “Allah insanları işlediklerine karşılık hemen yakalayıverseydi, yeryüzünde bir canlı bırakmaması gerekirdi.”  (Fâtır 35/45). Eğer Allah günahlarından dolayı hemen onları yakalayıverseydi yeryüzünde insan da dâhil hiçbir canlı nesli kalmazdı. İlahi rahmeti ve lütfü bağlamında el-Halîm isminin bir tecellisi olarak günahkârlara belki dönerler diye süre tanımakta, azap verme konusunda acele etmemektedir.

Allah’ın halîm isminden insanlar hisse almalıdır. Hilm aynı zamanda akıl anlamına da gelir. Gündelik hayatta insan, pişman olacağı bir iş yaptığı zaman kendi kendine ‘ne akılsız iş yaptık?’, ‘aklımıza mukayyet olamadık’ gibi serzenişlerde bulunur. Kur’an’da ‘halîm’, peygamberlerin bir özelliği olarak da anlatılır: “Doğrusu İbrahim çok içli, yumuşak huylu ve kendisini Allah’a vermiş bir kimsedir.” (Hud 11/75). Yine: “Biz de O’na hilim sahibi bir oğul müjdeledik” (es-Saffât 37/101) buyrularak Hz.İsmail Peygamber’e dikkatler çekilmektedir. Dolayısıyla bu âyetler, mü’minin ahlâki yapısına işaret etmesi bakımından çok anlamlıdır.

 Hilim ahlakı, dile ve ele sahip olmayı affetmeyi ve bağışlamayı gerektirir: “Onlar öfkelendikleri zaman bile affederler” (eş-Şûra 42/37) ilâhi öğretisi,  müminin ahlâkının nasıl olması gerektiğini beyan eder. Bu bağlamda Hz. Peygamber’in; “asıl güçlü ve kuvvetli kimsenin güreşte rakibini alt eden değil, öfke halinde, kendisini dizginleyen, affeden kimsedir” buyurması hilim sahibi kimsede bulunması gereken ahlaki tavrı anlatır.

O halde mü’min, kendisini güvende hissettiği gibi, çevresindeki tüm varlıklara da kendisinden güvende olmalarını hissettirir.  Zira sosyal barışın sağlanmasında hilim sahibi insanlara büyük görevler düşmektedir. Memleketini ve milletinin değerlerini seven her insan, sağduyu çağrısının bir neferi olmalıdır.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.