Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Sahabe İnancı ve Çanakkale
Dünyada gerek ulus devlet inşası, gerekse herhangi bir ideolojiyi yerleştirmek daima üretilen bir ‘öteki’ üzerinden sürdürülmüştür. Her şey ‘öteki’ne göre oluşturulmaya çalışılır. Hatta bazı insanlar ahlâki değerleri hiçe sayarcasına, kendi mutluluklarını ‘öteki’nin mutsuzluğu üzerine bina etme çabası içerisine girerler. Bu manada örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Bundan birkaç sene önce bir grup arkadaşla Gürcistan’ın Tiflis’ten sonra ikinci büyük kenti olan Kutayıs’ı ziyaret ediyoruz. Antik bir kent olan Kutayıs, bizim Tokat-Ballıca Mağarası gibi mağaraları, Bagrat Katedrali ve Gelat Manastırı gibi tarihi değerleriyle de ünlü bir kent. Gürcistan kralı III. Bagrat’ın 11.yüzyılın başlarında yaptırdığı Bagrat Katedrali’ni geziyoruz. Rehberimiz şimdiki Devlet Başkanı Mikhail Saakashvili’nin bu katedralde yemin ederek göreve başladığını anlatıyor. Bizi katedralin bahçesine çıkararak çatısında yıkılmış bir yeri gösteriyor. İşte diyor, Osmanlı Türkleri top atışlarıyla bu katedrali tahrip ettiler. Bundan dolayı her sene mutlaka ilk ve ortaöğretim talebeleri gelir ve biz onlara Türklerin bu mezalimini anlatırız, diyor. Ben de ona bu anlattığınız şeyler soğuk savaş dönemi Sovyet propagandasına benziyor.
Bir defa Osmanlı mabet düşmanı değildir. Onlar, Kur’an’da geçen ‘ancak camileri, kiliseleri ve havraları Allah’a ve ahiret gününe inanmayan kimseler tahrip eder’ ayetiyle hükmederek değil yıkmak, yapma yolunda büyük çaba sarf etmişlerdir. Sadece Osmanlılar değil, tarih boyunca bütün Müslümanların siyaseti bu olmuştur. Muhatabıma bu yalanlara kanmamasını, ona bugün İslam dünyasında gayr-i Müslimlere ait dini yapılar ve kültürel varlıkların hala ayakta durduğunu örneklerle anlatıyorum. Muhatabıma Osmanlı 1900’lerde Batum’u terk ettiğinde 35 cami varken bugün ‘niçin’ bir tane cami kalmıştır, diğer camilere ne oldu? diye soruyorum, ama cevap alamıyorum. Hâlâ, Osmanlıyı öteki göstererek Türkiye’yi karalama üzerinden ulus devlet inşa etme planları devam ediyor. Bu biraz da iki ülke arasındaki resmi ilişkiler düzeyinde halledilecek bir mesele olarak görülmektedir.
Diğer taraftan, 1945’de ABD Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atom bombası atarak binlerce insanın ölümüne, bir o kadar da insanın yaralanmasına, sakat kalmasına ve çevre felaketine yol açmıştı. Hala bugün etkileri devam etmektedir. Ama Japonya bu yıkımın küllerinden yeniden doğmasını bildi. Japonya yıkılmış ve yakılmış tüm korkunçluğuyla gözler önünde duran eski Hiroşima ve Nagazaki şehirlerinin bu bölümünü olduğu gibi korumakta ve her yıl yeni nesilleri buralarda gezdirerek hafıza-i beşerin nisyan ile malul olduğunu hatırlatırcasına tarihini diri tutmaya çalışmaktadır. Aynı zamanda bugünkü kalkınmış Japonya’nın nereden nereye geldiğini izah ederek gençlerine ümit aşılıyor, kendi tarihi, kültürel ve medeniyet kodlarından kopmamaları halinde daha neleri başarabileceklerini anlatmış oluyorlar. İşte bütün bunları öteki gördüğü emperyalizm üzerinden sürdürüyor.
Bu çarpıcı iki örneği niçin anlattım? Bizim moral kaynaklarımız, kültür ve medeniyet kodlarımız o kadar güçlüdür ki, bunları yeniden keşfedecek manivela görevi yapacak zihniyetlere ihtiyacımızın olduğunu hatırlatmak için. İşte bu potansiyel manevi güç kaynaklarımızdan birisi de Çanakkale’dir. Çanakkale muharebeleri, ehl-i salibin İslam’ı haritadan silme girişimidir. Orada ortaya konan ümmet direnişi nice olağanüstülüklere ve nice imkânsız olanı başarma örneklerine sahne olmuştur. İşte bunun adı; Çanakkale rûhu, bizim dirilişimizin arkasındaki güçtür, projedir.
Mehmet Akif, Çanakkale’de savaşan mücahitleri Bedrin Aslanları’na benzetir. Bir nevi Çanakkale Bedir, orada savaşan İslam askerleri, Allah’ın kendilerinden razı olduğu sahabeler gibidir. Elbette burada bir teşbih yapılmaktadır. Düşünelim, Hz. Peygamber ve İslam’ın ilk bağlıları ilk defa Bedir’de müşrik ordusuyla karşı karşıya gelmişlerdi. Başkomutan Hz. Peygamber savaşı yöneteceği karargâh konumunda olan çadırına çekilmiş, gözyaşları içerisinde sabaha kadar Rabbine ellerini açarak: “Ey Allah’ım! Bu sana inanmış sayıca küçük topluluk burada yok olursa sana yeryüzünde ibadet edecek kimse kalmayacak, bize yardım et, İslam yeryüzünden silinmesin!” diye gözyaşları içerisinde dua etmişti. Evet Bedir geçilirse, sonuçları korkunç olacak, ama Bedir’de zafer olursa sonuçları bütün dünyayı İslam’ın lehine değiştirecek, etkileyecekti. İşte Bedrin Aslanları bu ruhla cihat etti ve müşrikler büyük mağlubiyet acısı tattılar ve İslam bu dönüm noktasında dünyaya yeniden açıldı. Çanakkale, kurtuluş savaşımızın bir provasıydı. Eğer Allah göstermesin müstevliler tarafından geçilseydi Türkiye’nin ve İslam âleminin durumu bugünden çok farklı olurdu. Elbette M. Akif ‘sahabe’nin kim olduğunu çok iyi biliyordu. Çanakkale’de savaşan mücahitleri ‘Bedrin Aslanları’na benzetmesi, inanç bakımından olmuştur.
Nedir sahabe inancı? Allah ve resulünden duydukları buyruklar hakkında niçin böyle, neden böyle demeden onu başım, gözüm üzerine diyerek yaşama, pratiğe geçirme davasıdır. Nedir Çanakkale rûhu? Nevzat Tarhan’ın deyimiyle, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran büyük ruhtur. “Çanakkale ruhu” beş dakika sonra şehit düşeceğini bile bile ellerinde Kur’an, dillerinde şahadetle gönülleri Allah’a bağlı olduğu halde büyük bir tefekkürle siperde bekleyen Mehmetçik ve onun kahraman kumandalarının dünyanın en büyük iki gücü İngiltere ve Fransa’yı dize getirmelerini sağlayan ruhtur. O halde gelin millet olarak bu rûhu yeniden keşfedelim ve nesillerimize iyi anlatalım. Seküler bir dille Çanakkale savaşı anlatarak değil, arka planındaki manevi gücün ne anlama geldiğini bilgisel temeller eşliğinde keşfederek anlatalım. Çünkü varoluş sebebimiz bu manevi potansiyelle olmuştur.
Bu ruh benimsenmeden, bu ruh kavranmadan, bu ruh anlatılmadan, bu ruh yaşanmadan Çanakkale ve Kurtuluş savaşımız anlatılamaz ve anlaşılamaz. Acaba bugün millet olarak Çanakkale ruhunun neresindeyiz? İşte Çanakkale savaşlarının yıldönümünde bu soruyu herkes kendisine sormalı ve cevabını doğru yerde, doğru bir şekilde aramalıdır. Bu vesileyle bütün şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz.