M. Faik Özdengül

M. Faik Özdengül

Salıncakta öldü

İşe gitmek için hazırlandı. Evden çıkma vakti. Salıncağa doğru yöneldi. Salıncakta ne zamandan beri uyanıktı emin olamadı. Uyuyup uyumadığını fark edemezdi zaten. Dikkatli bakmayan anlayamazdı nefes alıp almadığını. Ağlamayı da unutmuş gibiydi. İşe yaramıyorsa ağlamak niye. Ne bu konuşurdu ne de o ağlardı.

Yanına gitti. Salıncağını sallamıştı kalktığında. İpler eskiydi. Değirmencinin anne babasından kalma. Örtüsünü kaldırdı. Salıncakta ona bakan bir çift göz gülümseyemedi. Değirmenci gülümsedi öksüzüne, ancak gülmek değildi bu, acımak belki hem ona hem kendisine.

Her gün giderken bir parça ekmek tutuştururdu eline öksüzünün, öğleyin arada gelebilirse bir parça daha. Öksüz de yetinmeyi öğrenmişti. Hiç kalkmadan salıncağında yaşardı. Bir parça ekmekle. Kalksa da yürüyemezdi zaten. Kötürüm olmuş bu diyorlardı komşular. Annesizlik kötürüm etti onu.

Değirmenci kapıyı çekip çıktı. Koşar adım işine yollandı. Çabucak geri dönebilmek için belki de çabucak gitti. Kapıyı az aralık bıraktı giderken. Soranlara belki komşulardan biri merhamet eder de arada bir bakar diye derdi. Oysa öksüzün annesi gelsin isterdi. Belki gelir. Her gün bunu bekledi. İki yıl oldu kapıyı hep aralık bıraktı. Gittiğinde annesi, öksüzü iki yaşındaydı. Üstüne kapının aralık kaldığı iki yıl daha.

Ne yürüyebilmişti. Ne de konuşmayı beceremedi. Konuşsa kim dinlerdi ki onu. Değirmenci sadece gözleriyle konuşurdu. O da gözleriyle dinlerdi onu. Babasına ayak bağı olduğuna suçlanırdı. Annesine ise öfke biriktirirdi yattığı salıncağında. Sallandıkça salıncak, birikirdi öfke ve suçluluk. Dışardan sesler duyardı. Çocuk sesleri, kuş sesleri, rüzgar, nadir de olsa geçen birkaç arabanın önünde koşan atların nal seslerini. Bir gün hiç duymadığı bir ses duydu.  Bir kadın sesi. Salıncağına doğru eğildi. Kollarından tuttu. Kucağına aldı. Bağrına bastı. Kızım dedi.

Rüyayı da bilmezdi ki rüya desin. Sıcaklık hissetti. Unuttuğu bir şey. Hatırlayınca bildi. Ama aynısı değildi. Yine de itiraz etmedi. Sıcaklığa ses karıştı. Kızım bundan sonra ben senin annenim. Göz ikiyken dört oldu. Değirmenci de ordaydı. Bak kızım yeni annen. Sana anne getirdim. Değirmencinin sesini de unutmuştu onu da hatırladı. Elini oynatmak istedi. Yapamadı. Hemen güvenemedi. Beklemeliydi. Hiç olmazsa iki yıl. Ta ki bu da giderse, elini eski yerine koyamazdı artık. Eskisi gibi olamazsa olacağı yeniden korktu. Bıraktı kendini. Salıncaktan daha sıcaktı yeni yeri.

O gün farklıydı. Ölünceye dek hep aynı canlılıkta hatırladı o günü. İlk kez kucakları gezdi. Her kucağın aynı olmadığını o gün anladı. Her kucağın aynı durmadığını da. Her kucakta rahat edemediğini de. Aradığı kucağı bile bile bilmezden geldi. Rahatmış gibi yaptı. Öfkesi daha da arttı hiç birinin aslı gibi olmadığını anladığında. Babasını gülerken gördü iki yıldan sonra. İki yıl öncesine benzemese de gülüşü. Isındıkça içinde eridi öfkesi. Sıvılaştı. Diğer sıvılara karıştı. En ücra köşelerine kadar ulaştı. Ayırt edemez hale geldi diğer duygularından. Şimdi unutacaktı artık bir gün yeniden hatırlayıncaya kadar. Suçluluğu ise hep taşıdı ömrünün sonuna dek suçluluk olduğunu bilmeden. Hep boyun eğdi. Yüzünden anlaşılsa da kimse üstünde durmadı.

O gün salıncak kaldırıldı. İpler şimdilik ayrıldı birbirinden. Yeniden bir araya gelinceye dek.

O gün salıncakta öldü. Kucakta doğdu.

Hasretini kimseye söylemedi. Öfkesi engel oldu.

Sessizleştiğinde söylerdi, uzaklara bakıp kaldığında, dalıp gittiğinde, durgunlaştığında, ağaçlara söylerdi çiçek açmadan önce, suya söylerdi geçip giderken, rüzgara söylerdi en çok da sabah pencereyi yeni açınca, bulutlara yağdırmadan önce yağmurlarını,

Ona göre rüzgar hasretten eserdi. Yağmur hasretten yağardı. Çiçekler hasretten açar, su hasretten akar, horoz hasretten öter, şimşek bile hasretten çakardı.

• Güneş de, güneş gibi binlercesi de sana hasret çekmede, seni istemede!

Süsenler nerede, ağustos gülleri nerede? Serviler, laleler nerede? Çayır ve çimenler, yeşiller, yeşil elbiseler giyinmiş güzeller nerede? Erguvan nerede, erguvan nerede?

• Meyvelerin dadıları nerede? Ağaçların, herkese, bütün canlılara sunduğu ballı sütlü meyveler nerede? Herkesin canı acıkmış, süte hasret kalmış!

• Güzel sesli bülbül nerede? Hu hu diye öten üveyik kuşu nerede? Nerede, güzeller gibi yakışıklı tavuslar, dudu kuşları

Bu öyle bir sevda ki, bütün sevdalar, bu sevdanın hasretini çekerler! Çünkü, bunun insanı yüceltecek, mana alemine götürecek yüzlerce kolu kanadı vardır! Halbuki, öteki sevdaların bir tek kanadı bile yoktur! ( Divan-ı Kebir)

www.pozitifdegisim.com

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.