Seyit Küçükbezirci
Şehirli eğitimi
Hepimizi kapsayacak “şehirli eğitimi”ne acilen ihtiyacımız var
“Şehirli Görgümüz” var; diyorsanız eğer… “Şehirli kültürü”ne uygun yaşıyoruz,diyorsanız eğer… Yazımı okumanıza hiç gerek yok. Zahmet etmeyin. Selâmetle…
Elinizi vicdanınıza koyun ve düşünün. Trafikte, yollarda, otobüs ve dolmuşlarda “Şehirli nezaketi” kaldı mı?
Bulvarlarda, parklarda, piknik yerlerinde “rahatsız edilme” ürkekliğini kendinizde hissediyor musunuz?
“Şehir”i, kalkıp geldiği küçücük köyü-kasabası sananların; yüz binlerce insanın yaşadığı şehrin farkında olmayanların; kendi “görgüsüne” herkesin bayıldığını sananların “düğün”leri için ne düşünüyorsunuz? Çığ gibi insanın yaşadığı, salkım salkım apartmanlarla dolu bir mahallede bir hafta “davul vurmak”; gece yarısına kadar yapılan müziği en korkunç ses tonlarında dinletmek yakışır mı bir “Büyük Şehir”e? Siz de böyle sözüm ona “düğün”lerden dolayı kaç cinnet yaşadınız?
Ata atlayacak gibi gerine gerine sümkürmeler; adım başı tükürükler, yediklerinin ambalajlarını milletin gözünün içine baka baka kaldırımlara fırlatmalar, araba kül tablalarını ışıklarda durunca camdan boşaltmalar; “Mendil satıyorum” ayağı ile bütün ana cadde ışıklarında duran arabaların sürücülerine sakız gibi yapışmalar; daha “geç” lambası yanar yanmaz önündeki aracı “kızgın” kornalarla uyarmalar… Her gün onlarca kez başınıza gelmiyor mu?
“HOŞGÖRÜNÜN ŞEHRİ”; TAMAM, ÂMENNÂ… AMA?
Kim “nutuk” atmaya kalksa, ilk lafı “hoşgörünün şehri”; “toleransın şehri”… Allah aşkına, “hoşgörü” neresinde var bu şehrin? O “tolerans” denilen muhteşem kavramla karşılaşıyor musunuz? “Selçuklulaaaar” diye karşı çıkmalar boş laf. Selçuklular’da ”toleransın şehri” olduğu doğru, o yedi yüz yıl önceydi…
Karamanoğlu Mehmet Bey’in “Dîvanda, dergâhta, bargâhta…” dediği gibi; siz caddelerde, piknik alanlarında, dolmuşlarda, otobüslerde; eğlenirken, ya da dinlenirken “tolerans”a rastlıyor musunuz?
“ARSIZLIK” BİR KEZ FIRSAT BULMAYA GÖRSÜN…
Şehrin yaşam kalitesinin düşmanı “arsızlık”tır. Arsızlık yaptırımlarla karşılaşmadığı zaman, azdıkça azar “Edepsizlik”e dönüşür. “Aziz Şehir Konya”da arsızlığın ve edepsizliğin gün be gün arttığına dair, geçtiğimiz hafta yerel gazetelerimizde birçok yazıya rastladım. Köşe yazarları “ilgililerden ve yetkililer”den hizmet bekliyorlardı… Ben görüyorum da görevleri icabı ne olup bittiğini basından da izlemek “mecburiyetinde” olanlar okudular mı acaba?
Kendilerini beceri, eğitim, öğretim isteyen alanlarda gösteremeyen bir kısım genç; kendini “arsızlık”la göstermeye çalışıyor. Caddedekilerin can güvenliğini tehlikeye sokarak cehennemi hızla araba kullanmalar, lastik öttürmeler; kulak zarı patlatan tempolu arabalı adım adım cadde turları; motosiklet egzozları ile “cadde yırtmalar”… “Omuz atma”lar, oluşturulan arsız guruptan cesaret alarak yapılan sarkıntılıklar, hır çıkarma eylemleri… Bini bir para… İnanmıyorsanız Zafer’e çıkın, görürsünüz gününüzü…
ABARTILI ÖGÜNMELER ŞÖYLE DURSUN, HELE…
Uzun yıllar önce “Konya gibi Türkiye” sloganları ile yola çıkıldı. Belediye otobüsleri, tramvaylar iki böğürlerini kapsayan bu sloganla yüz binlerce sefer yaptı. “Konya gibi Türkiye” büyük laftı; ama bir özlemi yansıttığı için hoş karşıladık. Konya imar çalışmaları ile belki “örnek şehirlerden biri” olmayı başardı, ama “Şehirli kültürü”nü yaşatmakta ve sürdürmekte sınıfta kaldı.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Bir başkent devamlı başkenttir” sözünü yerli yersiz tekrarlamak; eski bir başkentin “özgün” ve “rafine” kültürünün bugün de yaşandığını göstermez…
“Kobi başkenti” hoşumuza giden bir söylem; içi boş olmasına rağmen… Kabul edelim ki, öyle… On binlerce “Kobi”nin “şehirli kültürü”ne katkısı gerekmez mi?
Gına getiren, bekleye bekleye usandığımız “Konya Ovasını Sulama Projesi, sivil hava alanı, hızlı tren diyelim ki gerçekleşti… Bunlar, maddi varlıkları ile Konya’nın “kalite yaşam şehri” olmasına yeter mi?
İMAR VE KÜLTÜR BİRLİKTE OLURSA YÜKSEK ANLAMLAR KAZANIR
Îmar ve kültür ayrılmaz, birlikte olmaları şart bir bütündür. Îmar ve kültür birbirlerinin tamamlayıcısıdır; birbirlerini anlamlandırır…
Konya’da gerek Büyükşehir, gerek Karatay, Selçuklu ve Meram Belediyeleri’nin çalışmaları, her şeye rağmen, güzel gidiyor. Çoğunu danışmadan da yapsalar, iyi niyetliler ve bilgilerine göre, görgülerine göre güzel şeyler yapmaya çalışıyorlar.
Belediyemizin görevlerinin başında “Şehir kültürü”nü hayata geçirmek de vardır. Yolları, kaldırımları, parkları, piknik alanlarını, çocuk bahçelerini kullanacak olanlar o şehrin insanlarıdır.
Yapalım; on katını yapalım… Bu “Aziz Şehir” her şeyin en iyisine, en kalitelisine, en çoğuna lâyıktır, ama yapılanı hatalı kullanıyorsa; kullanılırken başkalarını rahatsız ediyorsa “eğitimi” gereklidir. Ayıp değil; bazı insanlar bu eğitimi almamış olabilirler. Onları yapılan iyi şeyleri kullanmaya hazırlamak da “sosyal belediyecilik”in olmazsa olmazıdır…
KİMLERE, HANGİ KURUMLARA ÇOK İŞ DÜŞÜYOR?
Eminim duymuşsudur… Eminim bilginiz vardır; “ÂDABI MUAŞARET” diye bir şey vardı eskiden. Onu Türkçeleştirmiştik ve “GÖRGÜ” demiştik…
Bu şehre, uzun lafın kısası, bu lâzım… Şunu yapacağız, bunu yapacağız, uçacağız kaçacağız derken bir şehirde “Görgü kuralları, içinde yaşamanın şart olduğunu, sanırım unuttuk…
Eğer “kalite şehir” için büyük eksikliklerimizin olduğunu kabul ediyorsak, aynı şeylerden bizârsak, bilmediğimiz, ya da, unuttuğumuz “Şehirli Eğitimi”ni başlatmalıyız.
Konya Valiliği, Konya belediyeleri, Ticaret Odası, Sanayi Odası, sivil toplum kuruluşları; Milli Eğitim Müdürlüğü okullarında; üniversitelerin bütün kampüslerinde; esnaf ve sanatkâr odaları; kooperatif birlikleri; maddi ve manevi imkânları ile ortak “platformlar” içinde “Şehirli Eğitimi” babında süresiz güç birliği etmeli. Çünkü bu iş birkaç “kampanya” ile olmaz.
SEVGİ, SAYGI, HAK KAVRAMLARI ortadan kalkarsa her şeyin değerine gölge düşer. Hayat acılaşır; şehir çekilmez olur. Şehirde yaşamak için şart olan temel görgü kurallarını, herkesin anlayacağı şekilde veren yüz binlerce kitapçığa ihtiyacımız var. Okullarda, yurtlarda yüzlerce konferansa ihtiyacımız var. Sayıları 80 bini geçti diye övündüğümüz üniversitelerimizin öğrencileri bile “görgü” eğitimine muhtaç…
Hele evler. Anneler, babalar ciddi ciddi oturmalı, çocuklarına görgü bilgileri vermeli. Gençlerimiz “marka” giyinmeyi biliyor; ama saygıda, sevgide çok eksikleri var. Başarıları, sadece diplomalarına bağlı değil; “Adabı Muaşeret”e de bağlı.
BİRİSİNİN BUNLARI SÖYLEMESİ LÂZIMDI…
Evet, birisinin bunları söylemesi lâzımdı. İşte ben onu yapıyorum. “Şaşı”ya, “Şehlâ bakışlı” demek problemleri çözmez. “İdare-i Maslahat”çılık, eğer yara varsa onu kangren eder.
Her şey madde değil; mana diye de bir şey var. “Kültür” diye de bir şey var.
Şehirlerde yaşayacaksak, “Şehirli Kültürü”nü öğrenmemiz ve özümsememiz de şart. Elinde “yatırım imkânı ve yetkisi” olan resmi ve sivil her kurum; yaptıklarını yaşatmak için onu korumak ve zenginleştirmek eğitimini de vermek zorunda.
Gelin, maddi yatırımların yüzde onunu “şehirli kültürü eğitimi” için harcayalım. Sızlanıp durmamak için; daha çok rahatsız ve rencide olmamak için…
GELECEK PAZARTESİ: “Geçip giderken” dinlemek isteyene bir çift lafım var