Şakir Tuncay Uyaroğlu

Şakir Tuncay Uyaroğlu

ŞEKER ŞAKİR’İN YÜZ AKLARI-5

 

Saygı değer okuyucularım, bugün köşemde otuz bir yıllık görev sürem boyunca derslerine girdiğim öğrencilerimden birine ait muazzam bir yazı var. Bir eğitimciye verilecek en güzel hediye bu olsa gerek.

Ne mutlu bana ki, kendilerine gıpta ettiğim, hayran olduğum ve beni fersah fersah geçtiklerine inandığım öğrencilerim var.

Her biri benim için pırlanta değerinde olan sevgili öğrencilerim; yüreğinize, elinize, kaleminize sağlık...

Abdullah Şanlı

S.Ü. Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu

Kontrol ve Otomasyon Teknolojisi

Farkına Varmak

Hayatımda en çok istediğim şeylerden biri de, Türkçemizi düzgün bir şekilde kullanmak ve muhataplarımı güzel konuşmamla etkileyebilmek... Ama gerek yetiştiğimiz ortamda kullanılan dil, gerek öğrencilik hayatımızda bunun bize verilmemiş olması, bizi bu hevesimizden hep alıkoymuştur.

Güzel Sanatlar Fakültesi’nin açıldığı sene, Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Öksüz hocamız, çok kıymetli Prof. Dr. Uğur Derman Beyefendi ve eşi Prof. Dr. Çiçek Derman Hanımefendinin Konya’da olacaklarını ve benim de onlarla tanışmamı istediğinde ziyadesiyle memnun olmuştum. Böyle bir davet geri çevrilebilir miydi?

Sevgili hocamız ve misafirleriyle dolu dolu bir gün geçirmiştim. O günü anlattığım bir sevgili dostuma “Şu insanlar gibi bir dedem ve ninem olsaydı, çok farklı bir insan olurdum.” dediğimi çok iyi hatırlıyorum.

Derman çifti o kadar nefis bir İstanbul Türkçesiyle konuşuyorlardı ki, onları anlatmak için kelimeler kifayetsiz kalıyor inanın. Türkçemizin bütün güzellikleri, kibarlığı ve gücü hissediliyor idi konuşmalarında.

Kıskanmıştım ve gerçekten onlar gibi konuşmayı çok istemiştim. Ama gündelik hayat ve 35 yaşın sonrasında bu dileğim, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayal olarak kaldı hafızamda.

2005 senesinde Büyükşehir Belediye Başkanımız yurt dışında ve ben vekâleten Başkanlığa bakıyorum. Özel Kalem Müdürüm bir öğrenci grubunun bizi görmek istediklerini belirtti, biz de buyur ettik.

İkisi bayan, biri bey üç üniversite öğrencisi... Bayanlardan biri Hukuk Fakültesi’nden ve Türkçe Topluluğu Başkanı, diğeri Meram Tıp Fakültesi’nden ve Türkçe Topluluğu Başkan Yardımcısı, erkek öğrenci ise Mühendislik Fakültesi’nden ve yine Türkçe Topluluğu Başkan Yardımcısı...

Bu öğrencilerin istekleri tramvaylarda “”Kampüs” yerine “Yerleşke” yazılması idi. Yani, yabancı kelime kullanılmasın derdindeydiler. Türk Dili ve Edebiyatı ya da Türkçe Öğretmenliği bölümlerinde okumuyorlardı, ancak Türkçeyi dertlenmişlerdi. Çok etkilenmiştim. Ama bu konu, koşturmacaların içerisinde güzel bir anı olarak kalmaktan öteye geçemedi. Bizden isteneni yapamadık vesselâm...

Hep merak eder dururdum, üniversite seviyesine gelmiş insanlara ana dilleriyle ilgili ders niye okutulur diye. Öyle değil miydi? İlköğretim, ortaöğretim aşamalarından geçmiş bir insana üniversite tahsili esnasında meslekî beceriler kazandırmak varken niye Türk Dili dersi?

Wishne, Sasha, Pasha gibi iş yeri isimlerini gördüğümde, insanların hayal gücü ve üretkenliği hoşuma gidiyordu. Yapılan iş bana çok iyiymiş gibi geliyordu.

Ama bu sene ben anladım ki, bu ders bugünün Türkiye’sinde sadece yükseköğretimle sınırlı kalmamalıydı, onun da ötesinde mezara kadar olmalıydı. Çok kıymetli Şakir Hocamızın ses bayrağımıza olan sevgisi ve sevdası, bu işin sadece dağarcıkta kalmaması gerektiğini bana anlattı.

Çok sevdiğim bir dostum daha geçen hafta “Dentium” adını verdiği bir diş merkezi açtı. Dekorasyonuna kadar fikir ve emek verdiğim bu iş yerinin açılışına sırf ismi yabancı diye katılmadım. Katılmama sebebimi de, arkadaşıma belirttim.

Ve bu sene ben Wishne, Sasha, Pasha gibi isimlerin bir yüksek deha örneği olmadığını, ancak dilimizi yok etmek için kullanıldığını fark ettim. Dilimizi bilerek isteyerek ya da bilmeden nasıl katlettiğimizi öğrendim. Keşke, dilimize dikkatimizi çeken ve bize bu duyarlılığı veren bir kişiyle daha önce karşılaşsaydım...

Ve ben bu senenin en kârlı ve en hayırlı işinin bu dersi görmek olduğunu anladım. Teşekkürler Şakir Hocam, daha nice uzun yıllar bu sevdaya destek olmanız ve hizmet edebilmeniz, Türkçe sevdalısı nesiller yetiştirmeniz dileklerimle...

(Yazarın notu: Sevgili Abdullah Bey kardeşim, elbette üniversite seviyesinde Türk Dili dersinin okutulması; bir acı gerçeğin itirafıdır ve bu durum aydınlar olarak bizim ayıbımızdır. Biz bu dersi okutmakla aslında şunu itiraf ediyoruz: Biz bu işi bugüne kadar tam olarak yapamadık, eksiklerimizi yükseköğretimde tamamlayacağız.

Ancak, madalyonun bir de öbür yüzünü düşünün lütfen: Ya bu ders konulmamış olsaydı... Şundan emin olun, eğer yükseköğretime Türk Dili dersi konmasaydı, tamamen perişan olacaktık. Bize ve size sunulan bu çok kıymetli fırsatı, en güzel şekilde değerlendirmekten başka yapacağımız bir şey yok. Son treni artık bu sefer kaçırmayalım.)

Yusuf Talha Yılmaz

S.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi

İktisat

Tuzlu Kahve

İlk gördüğü andan itibaren, dünya genç adam için adını bile bilmediği kızın gözlerinin etrafında dönüyordu.

Hayatında olan diğer unsurlar; yavaş yavaş anlamsızlaşıyor, dakikalarca hatta saatlerce çok etkilendiği kızı düşünüyor ve bunun bir anından bile sıkılmıyordu.

O gün, hayatının belki de en önemli günlerinden biri olduğundan habersiz arkadaşının doğum günü partisine gitti genç adam. Kapıdan içeri girdi ve hayatın anlamı hâline dönüşen kızı tekrar gördü, ikisi ilk kez ortak bir mekânı paylaşıyordu.

Genç adam, her sabah belki görürüm ümidiyle uyanıyordu ve böyle bir şansın bir daha gelmeyeceğini düşündü.

Daha sonra kızın yanına gitti ve partiden sonra birer kahve içip içmeyeceğini sordu. Kız, genç adamın bu nazik teklifini geri çevirmedi. Genç adam çok heyecanlıydı, hayatında hiç bu kadar heyecanlandığını hatırlamıyordu.

Nihayet o an geldi ve kahve içmek için kafenin birine oturdular, garson ne içeceklerini sorduğunda ikisi de aynı anda “Kahve…” dediler.

Garson kahveleri getirdi, genç adam bir yudum aldı ve “Kahveme biraz daha tuz alabilir miyim?” dedi. Kız şaşırdı ve sordu; “Tuz mu ?” genç adam; “Evet, tuz.” dedi ve anlatmaya başladı.

“Ben deniz kıyısında doğdum ve büyüdüm; ne zaman o günlerimi, ailemi özlesem tuzlu kahve içerim. Kahvedeki tuz tadı çocukluk günlerime döndürür beni.” dedi.

Kız, genç adamdan çok etkilenmiştir. Aradan günler geçer, genç adamla kız görüşmeye devam eder ve görüşmeler sıklaşmıştır.

Bir süre sonra; genç adamın çok istediği olur, hayatında daha önce yaşamadığı duyguları ona yaşatan kızla evlenir.

Genç adam, ne zaman ailesinden bahsetse; karısı tuzlu kahve getirir, bu uygulama uzun yıllarca sürüp gider.

Genç adam bir gün ölür, genç adamın vakitsiz ölümü karısını derinden yaralamıştır. Bir süre sonra; karısı genç adamın çalışma odasına gider, eşyalara tek tek dokunur, gözüne bir mektup ilişir.

Zarfta “Karıma…” yazmaktadır. Genç adam; tanıştıkları ilk günden, garsona yanlışlıkla şeker yerine tuz dediğinden bahsetmekte ve devam ettirdiği yalan için karısından özür dilemektedir.

Karısı, bir ömür boyunca içilen bütün tuzlu kahveleri düşünür ve ağlar.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum