Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Selâmın Ramazancası…
Diyanet İşleri Başkanlığı, Hicrî 1433’ün Ramazan Ayı’nın ana temasını, selamı yaymak olarak belirlemiştir. Çok isabetli bir karardır, bu. İnsanların bencilleştiği, dünyevileştiği ve çıkara eğilim gösterdiği bir zaman diliminde “selam”ı yeniden hatırlatmak aynı zamanda bize, insan olduğumuzu da hatırlatmak anlamına gelir. Çünkü selamın sosyal hayatta işlevi büyüktür. İslam’da, öteki dünyanın kazanılması, bu dünyada selamın gereklerini yerine getirmeye bağlanmıştır. Başta es-Selam Olan’a inanan, kardeşlik hukukunu korumada; selam, hoşgörü, sevgi, saygı, paylaşma, cömertlik, affetme gibi övülen ahlaki değerlere sarılan kimseler, her iki dünyada da gerçek kurtuluşa ereceklerdir. Çünkü “Allah, rızasını gözetenleri onunla selamet yollarına (sübülü’s-selâm) eriştirir ve onları, izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları, doğru yola iletir.” (5/Maide 16).
İslam, özellikle Müslümanlar arasında sevgi, kardeşlik ve dostluk bağlarının geliştirilmesini “selam”ın yayılmasına ve yaygınlaştırılmasına bağlamıştır. Nitekim Hz. Peygamber, selamın Müslümanlar için imanî ve hayatî bir mesele olduğuna şöyle işaret etmektedir: “Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş olamazsınız. Size yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız.” ( Müslim “İman” 93; Ebu Davud “ Edeb” 131; Tirmizî “İsti’zân” 1; İbn Mâce “Mukaddime” 6).
Selamın yayıldığı bir toplumda mü’minler arasında sevgi eksenli iletişim ve diyalog, takva ve iyilikte yardımlaşma kapıları açılır; düşmanlık ve fenalık kapıları da kapanır. Mü’minler ancak, böyle bir toplum yapısında selamın ortaya çıkardığı sevgi medeniyetini yeniden inşa edebilirler ve var oluş tarihlerine süreklilik kazandırabilirler.
Müslümanların kendi aralarında birbirlerine Hakk’ı tavsiye etmeleri kardeşlik hukukunun bir gereğidir. Hakkı tavsiye etmenin birçok yolu ve yöntemi vardır. Bu alanda en etkili yöntem, sözden ziyade selam temelli temsil Müslümanlığının görünür kılınmasıdır. Bu hususta Hz. Peygamber’den gelen bir rivayet şöyledir: “Bir sahabe Hz. Peygambere: “ Ey Allah’ın Resulü! İslam’da hangi amel daha hayırlıdır?” diye sorunca, o, şöyle buyurur: “Yemek yedirmen, tanıdık, tanımadık herkese selam vermendir.” ( Buharî “İman” 20; Müslim İman” 63; Ebu Davud “Edeb” 131; Nesâî “İman” 12).
İşte bu rivayetten her türlü bencilliğin ve açgözlülüğün paylaşma ahlakıyla; bireyciliğin ise, selamla tedavi edilebileceğini anlıyoruz. Yapılan her iki tavsiye gerçek anlamda yerine getirildiği takdirde, sosyal açıdan önemli sonuçlar doğuracaktır. Bunlardan birisi, sınıfsal çatışmalar yerine, karşılıklı güveni, diğeri, enaniyet ahlakı yerine sevgiyi tesis edecektir. Böylece toplum bireyleri arasında güçlü dayanışma bağları artacaktır.
Yaşadığımız çağda, dünyevileşme ve bireyciliğin yaygınlaşması, yalnızlar ordusunu artırmıştır. Ancak böyle bir menfi gidişatı, paylaşma ahlakını geliştirmek ve çıkara ayarlı olmayan “selam” dilini yaygınlaştırmakla durdurabiliriz.
Selam, salt bir söz değil, “öteki”ne; nasılsın demek, onun bir problemini çözmek, yarasına merhem olmak ve onu insan yerine koyma eyleminin adıdır.
Selam, yeryüzünde zulme uğramış bir insana arka çıkmak, zalimden yana olmamaktır.
Selam, düşeni kaldırmak, açları doyurmak ve sevgi dilini büyültmektir.
İşte İslam’ın insana bakışı ve getirdiği değerlerin yüceliği buradadır. Böyle bir bakışın yaşam tarzı haline geldiği bir toplumda, gerçek anlamda barış ve güven sağlanabilir.
Velhâsıl, birey ve toplumların hayatında barışın kaynağının es-Selâm olduğu bilinmeden ve O’na teslim olmadan, yeryüzünde barışın mümkün olamayacağı unutulmamalıdır.