Haşim Akın
Sivas’ın Karında Isınmak
İnsanlar bu dünyanın en içinde coğrafi şartlarla beraber yaşarlar. Üşürler, ısınırlar, donarlar veya bunalırlar… Asıl önemli his, tenlerin değil gönüllerin hissettiğidir. İki gönül bir olunca samanlık seyran olurmuş… İçiniz ısınırsa havanın soğuğu size bir şey yapmaz. Bazen karın içinde terlemek de mümkün. Zira siz karın soğuğunu değil, dostun sıcaklığını hissedersiniz…
Hafta sonu karlı bir gece de Sivas'a ulaşmak nasip oldu. Öğretmen arkadaşlarımızla bir eğitim programı vardı. Tarihi dokunun kaybolmadığı ve sokaklarında çekinmeden selam verip yürüyebileceğiniz bir şehir olarak tanıdım Sivas’ı… Hani uzun yolculuk sonrası dönenlere sorulur ya; “Yiyip içtiğin senin olsun, görüp geçirdiklerini anlat.” Bu sorudaki merak edilenleri aktarmaya çalışayım.
Buruciye Medresesinin içinde ney sesleri eşliğinde çay içilir. Sivas Müftülüğü tarafından kullanılan mekân sessiz ve sakin bir ortam arayanlar için… Hemen yanında kadim medeniyetlerin şaheserlerinden, zamanlara meydan okuyan Çifte Minare Medresesi var. İlmek ilmek taşa şekil veren, ruhundaki güzelliği üfleyen eserler; Sivas'ı sevmek için yetiyor… Bu toprakların üzerinden geçen tarih ezici zihniyetin eseri olarak birçoğu yıkılmış, yok olmuş durumda. Bir kısmının sadece temeliyle avunuyoruz. İçi küçük olsa da görevi çok büyük olan Kale Cami'nin bahçesinde hala gariplere umut olan ve işlevselliğini koruyan sadaka taşı var. Görevine devam eden benzeri başka nerede vardır bilmem? Ulu Cami'nin o manevi atmosferinde Sabah namazı kılmak başka bir lezzet… Behram Paşa Hanında sıcak bir çay molası iyi gelir.
Tüm bunların yanında meslektaşlarımızla buluşmak, onlarla bilgi ve tecrübe paylaşımını gerçekleştirmek çok daha harika bir haz veriyor insana… En önemlisi de haftanın beş günü bir kısmı uzak köylerdeki okullarına giden bu eğitim ordusu, hiçbir zorlama olmaksızın gelmişler. Akan su, her zaman temiz kalır. Akmayan ve durağan olanlarsa bir süre sonra kirlenirler. İnsanoğlu da öyledir. Bildiği şeyler ne kadar değerli olursa olsun, bir süre sonra eskimeye başlar. Sivas’ta buluştuğumuz 130 kadar gönüllü öğretmen için tek bir hedef vardı: Haftaya sınıfına daha farklı girmek...
Hepsinin evi, çoluk- çocuğu var. Ama yaptıkları işi önemsemenin ve daha iyisini yapmanın azmi; onları iki gün boyunca okulda tuttu. Eğer bu ülke; yarınlarda çok daha güzel olacaksa ve bu vatanın evlatları dünyanın öne geçmiş milletlerini geride bırakacak faaliyetlerin içine kolayca gidebilecekse… İlmi, irfanı, medeniyeti ve teknolojiyi bir silah olarak kullanmayacaksa… Tüm bunları sadece insanlığa bir hizmet ve kardeşliğin bekasına tuğla yapacaksa… Bunlar, ancak Maarif ordusunun bir eseri olacaktır.
Gelişmiş ülkelerle geri kalmış ülkeleri birbirinden ayıran yegâne faktör, bir avuç yetişmiş insandır. İnsan da ancak insanın gölgesinde yetişir. Dünyanın er zor işi de insan yetiştirmektir. Bu zor ve o kadar da şerefli olan meslek her daim yenilenmeyi gerekli kılar. Hadis-i şerifte yer alan “iki günü birbirine eşit olan ziyandadır” ifadeleri tam da bunlar için söylenmiş olmalı. İnsanın hayatta karnı doyar… Zor olsa da gözü de doyar… Ama açlığa devam etmesi gereken en önemli husus; ilim ve irfan açlığıdır. Buna doyduğunu düşündüğü an, işi bitmiş ve kısır döngüye girmiş demektir.
Böylesi organizasyonların zorluğunu bilirim. Kabul edelim ki güzel ve incelikli bir hazırlık yapılmıştı. Sivas'ın yiğit eğitimcileriyle buluşmak için bizi de davet eden İl Milli Eğitim müdürü Ebubekir Sıddık SAVAŞÇI; hem gayretli hem de vefalı bir idareci olduğunu başka uygulamalarıyla da gösterdi. Bu konuda onun eli-ayağı olmuş Ahmet Zahit Bey de teşekkürü hak eden isimlerden.
Hepsinin tek bir amacı vardı; Pazartesi gününden itibaren sınıfa daha farklı girmek, daha çok faydalı olmak… Yeni ve sağlam nesiller için toprağa tohum ekmek…