yazar-62
Sözün önemli olduğu ülke
“Dünya gezegeninde doğan ve dünya parçalanırsa gidecek, sığınacak başka hiçbir şeyi bulunmayan insan “burada” kökleşmek, “buradaki” yaşamını sürekli kılmak ve zenginleştirmek, katlanır hale getirmek zorundadır. Bunu yapabilecekler ise dişi ve erkek varlıklardır.
Bu beraberlikte güçlükler, dışarıdan yöneltilen saldırılar, tehlikeler karşısında kenetlenirler, birlikteliklerini, ortak çıkarlarını savunurlar, korurlar. Bu “müthiş ikili”nin erkeği binlerce yıl önce yaşamdaki bu kutsal dengeyi kendi lehine bozmuştur. Ona göre uygarlıkları, kültürleri, tapınılacak güzellikleri yaratan kendisidir. Tek önemli güç odur, öyleyse iktidar, yönetim onda olmalıdır. Bu belirlenen durumda kadın iktidarın buyruğundadır. Kadın iktidara hizmet etmekle yükümlüdür. İkinci kişidir ama aynı zamanda ikinci sınıf işlem görür ve bu ikinci sınıf insan, tuhaf bir şekilde, bir çelişkiler yoğunluğunun gövdesinde bocalayarak, cinselliğinin büyüsünü sunarak egemenini, yargıcını, celladını memnun eder.”
Bu konuda yaşanan değişimleri irdeledikten sonra benim ilk çıkan kitabımı eleştiren Muzaffer Buyrukçu yazısının başlığını “Aşık olmak ve eşit olmak” koymuştu 1992 yılında Cumhuriyet kitap ekinde. “Aşkın Ölümcül Etkileri” bu çok eski sorunu ayrıntılı bir şekilde ele almakta, sorunun yapısında ne gibi etkiler ve tepkiler, ne gibi olasılıklar ve ne gibi çözümler varsa, işte o var olanın bir tekini bile atlamadan bir bilim adamı ciddiyeti ve yaklaşımıyla, yalın, sıcak ama derinliklerin büyüsü sezilen bir anlatımla, sıkmadan, yadırgatmayan bir çalışmayla ortaya koymaktadır. Yazarın beğendiğim özelliklerinden biri de saygıyı, hoşgörüyü bir yana itmemesi, erkekleri yargılarken ya da erkeklerle, erkeklerin yaptıklarıyla donatılmış durumları kurcalarken yazarlığına gölge düşürecek aşırı bir yargıda bulunmamasıdır. Evet, yazar, “Aşkın Ölümcül Etkileri”nde, erkeklere öfkeyle başkaldıran, köklerini kurutmaya karar veren fanatik feministler gibi insafsızca, -sanki binlerce yıllık bir öcü almak istercesine- saldırmamaktadır. Aklını, bilgisini, deneylerini kılı kırk yararcasına kullanmaktadır. Duyguların “yanlışlıklara sürükleyen” baskılarına boyun eğip, öznelliğin çoğu kez yanıltan tuzağına düşmemiştir.
Muzaffer Buyrukçu bir başucu kitabı olarak tavsiye ettiği kitabımı geniş bir şekilde eleştirerek yer vermişti. Ben kendisini hiç tanımıyordum. Ona teşekkür eden telefon konuşmamızda kibar ve nazik sesi, kocaman gövdesindeki inceliği daha sonra karşılaşınca gördüm. Hiçbir dost tavsiyesi olmadan, ilk kitabını yazan bir kadına destek veren, entelektüel yakınlık için başka bir neden aramayan nadir aydınlardan biriydi Muzaffer Buyrukçu. Sonra öykülerini okudum. Olağanüstü tattaki öykülerin gerçek ustasıydı. Yalnız ölmesi ülkemizdeki çarkın içine girmeden yazan aydınlık bir adam olmasındandır. Ona Allah’tan rahmet diliyorum.
Öykünün ustası artık yok. Umarım eserleri daha çok okunur.