Derviş Argun
Suriye’de Düştük, Katar’da Kalkalım
Esasen bu haftaki yazımı, içerisinde Ahmet Taşgetiren’in de olduğu kimi İslamcı yazarların FETÖ operasyonlarını eleştiriyor olmalarına ayırmıştım. Ama Ortadoğu coğrafyasında o konuyu bir kenara bırakmak durumunda bırakan gelişmeler yaşanıyor. Tüm Filistin coğrafyası ama özelde Gazze, ABD ve İsrail eliyle, Mısır başta olmak üzere Katar hariç körfez ülkelerinin de yardımıyla boğulmak isteniyor. Filistinliler evlerinden, topraklarından sürülmek isteniyor. Bunun yeni bir durum olmadığını biliyoruz. 1948 yılından bu yana Müslümanların sahipsizliğinden olsa gerek, bu acı tabloya seyirci kalmak durumunda bırakıldık.
1948 yıllarını düşünürsek Türkiye dâhil hiçbir devletin katkısı olmadan Filistinliler kendi çabalarıyla bir direniş zemini oluşturdular ve İsrail’e karşı iptidai sayılabilecek yöntemlerle mücadeleye koyuldular. Süreçle izledikleri yol ve ortaya koydukları ahlaklı mücadele sayesinde, kimi batılı ülkeler ve özellikle Latin Amerika ülkelerinin dikkatini çektiler ve takdirini kazandılar. İran’da bir devrim yaşanması ve 1990 yılında Lübnan’da iç savaşın sona ermesi ile dengeler değişti ve Filistin, başlangıç şartlarına göre daha güçlü bir zemin yakalamış oldu.
2005 yılında yapılan seçimler neticesinde HAMAS’ın kazanmasıyla Gazze özgürleşmiş ve bir yönüyle İsrail’in hem ajanlarından kurtulmuş hem de İsrail’in özgürlükleri yok eden sokak hâkimiyetine son vermiştir. Ölüm timleriyle Gazze’yi idare eden Muhammed Dahlan’ın da Gazze’yi terk etmesiyle Gazze, abluka altında ama özgür bir ülke olmuştu. HAMAS hükümeti, ta ki Suriye iç savaşına kadar kısmen çevre ülkelerden, kısmen de Rusya ve kimi AB ülkeleriyle resmi temaslar bile başlatmış ve muhatap alınmıştı.
2012 yılı itibariyle HAMAS, Arap Birliğinin de baskısıyla Suriye’yi terk edince kimilerine göre Tunus zikredilse de Katar’a yerleşti. HAMAS’ın 2012 sonrası Suriye’de yaşanan vahşetten dolayı merkezini taşıması anlaşılabilir. Çünkü çatışmalar bir yönüyle HAMAS’ı taraf olmaya mecbur kılmış ve HAMAS’da doğal olarak tercihini Şam yönetiminden taraf yapmamıştır.
HAMAS’ın bu tercihi Suud başta olmak üzere destek sözü veren ülkelerce deyim yerindeyse cezalandırılmıştır. Hatırlarsanız o günlerde sadece Türkiye HAMAS’a destek olmaya çalışmış ve Halid Meşal defalarca Ankara’da ağırlanmıştır.
Geldiğimiz noktada ABD, İsrail ve onların bölgedeki maşaları olan körfez ülkeleri, HAMAS’ı Suriye krizi üzerinden tuzağa düşürdüler. Önceki Suud kralı Abdullah, tatile giderken uçağını Kahire’ye indirip İhvan üyelerini daha iyi katletsin diye darbeci Sisi’ye 10 milyar dolar para bıraktı. İhvan’ın Mısır’da, HAMAS’ın da Gazze’de yok olması için elinden geleni yaptı. Selefi yeni kral Selman’da ondan aşağı kalmayarak Suriye krizinde yok etmeyi beceremedikleri HAMAS’a can suyu olan Türkiye ve Katar’ı yok etmek için BAE üzerinden bize 15 Temmuz’da, Katar’a da şu günlerde operasyon çektiler. Hiç şüphesiz maşa BAE olsa da ana kumanda da hem ABD, hem İsrail hem de Suud var.
Suriye krizini geriye dönüp hamasetten arınarak yeniden okuma ve yeniden yaşama şansımız yok. Zalim Esed’de ona bu şansı verenler de, ona bu desteği sağlayanlar da Allah’a hesabını verecek. Hiç şüphesiz kimileri amellerinden, kimileri de niyetlerinden hesaba çekilecek. Ama bugünlerde İsrail basının, Mısır ve BAE’nin Filistin’de yönetim değişikliği oluşturarak Dahlan’ı, Mahmud Abbas’ın yerine tüm Filistinlilerin yeni lideri olmasını sağlamaya dönük haberlerini ciddiye almamız gerekiyor.
Çünkü bu Suriye iç savaşının bir yönüyle mütemmim cüzüdür. Kolu kanadı kırılmış HAMAS’ın yok etme, tüm Filistin’in teslim alma projesidir. Bunu, Türkiye’de hamasetten ve kaosdan beslenenlerin anlamayacağını biliyorum. Ama hükümet zannımca bu konuda teyakkuzda ve dikkatli bir süreç işletiyor. Çünkü hem “Fırat Kalkanı” hem de yeni başlayan ama ilerleyen günlerde derinleşecek olan “Fırat kılıcı” operasyonu aynı zamanda Filistin’in de özgürleşmesini sağlayacaktır.
15 Temmuz’u unutmazsak bizim kaderimizin ABD’ye, AB ülkelerine ve körfezdeki kimi ülkelere karşı Suriye’yle, Filistin’le birlikte yazıldığını görürüz. Artık savunmanın bir ülke değil bir bölge savunmasına dönmesi gerektiği gün gibi aşikârdır. Sözde daha dindar oldukları iddiasıyla domino sırasında kendi ülkesini göremeyenlerin ne “Fırat kalkanı” ne de “Fırat Kılıcı” operasyonlarını anlamasını beklemeyelim.