Mustafa Yiğit
Taşkın gönüllü Türkler göreve!
“Halkımızın tarihi baştan aşağı bir saçmalıklar panayırıdır.
Sen tutmuş bu tarihten Allah bilir neler çıkarmışsın! Ama biz, yalnız biz tarihe, ayık kafayla bakan adamlarız.
Bizim gibi bir ulusun tarihi olmamalıdır.
Tarih diyebileceği ne varsa ardında, bu ulus bir an önce onu unutmalı, tarihine sırtını dönüp onda nefret etmelidir.
Yalnız aydın toplumların tarihi olur.
Halk bütün gücüyle, bütün varlığıyla aydınlara hizmet etmekten başka bir şey düşünmemelidir.
Bak telâşa kapılmanın, bağırıp çağırmanın hiç yeri yok.
Halk bizim sözümüzü dinlemelidir diyorsak, halkı boyunduruk altına almak istemiyoruz.
Hayır, bin defa hayır!
Böyle olur olmaz sonuçlar çıkartma bizim sözlerimizden.
Biz insancıl kişileriz, biz Avrupalılarız, bizim kadar sen de biliyorsun bunu.
Niyetimiz halkı yavaş yavaş, günden güne, sırası geldikçe kalkındırmaktır.
Halkı kendi katımıza yükselterek, giriştiğimiz bu işi başarıya götüreceğiz.
O vakit halkın ulusal benliği bugünkünden başka olacak.
Halkın ulusal benliği, halkın gelişmesi tamamlanınca meydana çıkacak.
Eğitimin temellerini atacağız; biz nereden başladıysak halkı da oradan başlatacağız.
Halka geçmişini inkâr ettireceğiz.
Bizim zorumuzla bu halk geçmişine lânet okuyacak.
Halktan birini okur - yazar kılar kılmaz ona Avrupa’nın tadını tattıracağız.
Avrupa ile, Avrupa hayatının inceliğiyle, kültürüyle, Avrupa’nın geleneklerini, giyimi kuşamı, içkileri, danslarıyla başını döndüreceğiz.
Kısacası, bu halk ayağındaki çarıktan, içtiği kvastan, eski şarkılarından utanacak, yerin dibine geçecek.
Halkın şarkıları arasında dört başı mâmur şâheserler yok mu?
Tabii var.
Yine de okur - yazar köylüye vodvil söyleteceğiz biz, sen çatla patla istersen!
Yani her çareye başvurup halkın zayıf noktalarına dokunacağız ki zamanla halk bizim olsun.
Halk bizim olunca geçmişinden utanacak, geçmişine bin lânet okuyacak.
Geçmişine lânet okuyan her kim olursa olsun bizdendir, işte parolamız!
Halkı kendi katımıza çıkartma yolunda bir kere harekete geçtik mi, gerisi kendiliğinden gelecektir.
Halk aydınlığı kaldıramazsa "halkı yok ederiz".
Çünkü o zaman halkımızın her türlü değerden yoksun, vahşi bir sürüden başka bir şey olmadığı, halkı söz dinlemeye zorlamaktan başka çare kalmadığı anlaşılacaktır
Hani, var mı başka bir çare?
Gerçek yalnız aydınların elindedir.
Sen seksen milyon, yüzseksen milyon!
Hepsi önce Avrupa gerçeğine hizmet etmeyi öğrenecektir.
Çünkü bundan başka bir gerçek yoktur ve olamaz.
Senin milyonların gözümüzü korkutmuyor.
İşte son, işte kesin kararımız!” *
Dostoyevski 1880 yılında kaleme aldığı Puşkin Üzerine Konuşma’sında söyler bu sözleri.
Bu yazı milletinden kopmuş, düzenin aydınlarını hedef alan destansı bir söylevdir aynı zamanda.
Rus edebiyatının en büyük yazarı bu sözleri söylediğinde Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal’in doğmasına daha bir yıl vardır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına ise kırk üç yıl.
Ve Türkiye ne darbeyle, ne gerçek manasıyla aydın despotizmiyle ne de bugünkü manada demokrasi kültürüyle tanışmıştır.
Bırakın sivil anayasa tartışmalarını, meşruti anayasası hayata geçeli dört yıl olmuş ve çoktan yürürlükten kaldırılmıştır bile.
Ama Dostoyevski’nin bu cümlelerinde anlattıklarını neredeyse harfiyen yaşar Türk halkı ve Türkiye süreçte.
Evet, halkla aydın arasındaki kopuşa dikkat çeker büyük yazar bu eserinde.
Bu kopuş Rusya’yı felakete sürüklemektedir.
Bu kopuş Rusya’da ve Rus halkında onarılmaz yaralar açacaktır ve çöküşe götürecektir Rusya’yı, Dostoyevski’ye göre.
Ve yine Dostoyevski’ye göre bu kopuş gerekleşmeden, “geleceğe bakan büyük amaç yolunda bütün taşkın gönüllü Ruslarla aydın kafalı Rusların el ele vermesi gerekmektedir.”
Bu durum Türkiye’de son zamanlarda yaşananlarla ne kadar çok benzeşiyor değil mi?
Bir yanda yıllarca halkın değerini hiç sayan, işinin yaratığı olmuş aydınlar, diğer yanda bu aydınlar tarafından gerçekleştirilen batıcı ideolojik baskıyı üzerinden atmaya çalışan bunu yaparken de maalesef sürekli yanlış adreslere koşan bir halk vardır karşımızda.
Batıcılardan, işbirlikçilerden kaçarken beynelmilel anlayışların ve güçlerin kucağına itilen ve bu nedenle de kendi kurmuş olduğu devletini sorgulayan bir halk, bir millet vardır karşımızda.
Milletten kopuk batıcı bir aydın-bürokrat elit, devletine bağlı ancak devleti yönetenlerin kendi değerleriyle örtüşmediğini görünce ne yapacağını şaşıran bir halk vardır karşımızda.
Bu nedenledir ki, yaşananlarda bir suçlu aranacaksa halka değil, halkı bu duruma düşürenlere bakmak gerek.
Sorun da çözüm de Dostoyevski’nin yukarıdaki satırlarında gizli aslında.
Türkiye uzun zamandır yaşadığı ve şimdilerde su yüzüne çıkan bu kaostan ancak taşkın gönüllü Türklerle, münevver Türklerin ele ele vermesiyle çıkabilir.
Şimdi bunun tam zamanıdır.
Ortak akıl da, sağduyu da bunu gerektiriyor.
Çünkü Ne beynelmilelci, küreselleşmeye iman etmiş siyasetçiler, ne de darbeci, otoriter eğilimli anlayışlar bu kaosun içinden milleti alıp çekip çıkarabilir.
Ortak akıl ve sağduyu, taşkın gönüllü Türklerin devreye girmesini söylüyor.
Haydi, milletinin değerlerine tam manasıyla inanan ve hayatının her döneminde bu değerler için mücadele eden, milletin iradesini hakim kılmaya çalışan, yalnızca milletinden icazet alan, taşkın gönüllü Türkler göreve.
Öyle sokağa çıkmaya, bağırmaya çağırmaya, ellerinizde dövizlerle ona buna küfre değil, düzenin yeniden inşası için düşünmeye, bunun için çalışmaya ve bunun için irade beyanında bulunmaya var mısınız?
*Dostoyevski, Puşkin Üzerine Konuşma
Çeviren: Tektaş Ağaoğlu
Ağaoğlu Yayınevi