M. Faik Özdengül
Tempo Majör
İnsanda sıkıntı yaratan nedir?
Daraltan bunaltan.
Dürtüler, istekler, vicdan azabı, cezalandırılma endişesi, ayrılık.
Varoluşu araştıranlar, varoluşçu felsefe ve varoluşçu terapistler asıl sıkıntı kaynağının farkındalık olduğunu söylediler. Uzun yıllar çalışıldı üstünde ve bir terapi ekolü geliştirildi üzerinden. İnsanda sıkıntı yaratan temel faktör farkına varmak veya farkında olmak, kısaca farkındalıktır dediler.
Neyin farkındalığı?
Temel olarak 5 gerçeğin: Hayatın anlamı, ölüm, sorumluluk, belirsizlik, yalnızlık. Ardından şöyle dediler: her insan özeldir ve özneldir. O yüzden her insanı anlamaya çalışırken öznel dinleyin.
Elimizde ne var? Kendi adımıza. Sadece canlı varlığımız ve bu varlığın üstüne koyduğumuz her şey sanal. Varlığımız ebedi mi? Hayır. Ölüm var. Beş dakika sonra ne olacak? Yarın, 1 yıl sonra bilmiyoruz. Bu ebedi olmayan hayatın anlamı ne? Hiçbir anlamı yok. Bütün eylemlerimizin sorumluluğu bize ait. Ve şikayet etme hakkımız elimizden alınıyor böyle söyleyince. Diğeriyle ne kadar birleşirsek birleşelim ayrıyız. Hayatta hep ve daima yalnızız. Yalnız doğduk, yalnız yaşıyoruz, ve yalnız öleceğiz. Bu gerçeklerin farkındalığı sıkıntının asıl kaynağı. Bu varoluşsal problemleri yadsımadan kabul edip kendimizi var etmek. Başarmamız gereken bu.
Bir dakika sonra öleceğimi bilsem yine de şunu yapardım dediğin şeyleri yapabiliyorsan hayatta kendini var ediyorsun. Ana fikir bu varoluşçu yaklaşıma göre.
Aslında hayat çizgisine bakılınca insanların ölümü yadsıyıp yok saymaya çalıştığını görebiliyoruz. Bunun için tüm medeniyetler boşluk doldurmaya çalışmışlar. İnsan boşluğa dayanamıyor. Çocuğun doğduğu anda ritüeller başlıyor. 40 lar, lohusalık, ilk diş, bu dişin nereye gömüleceği, ilk adımı, sünnet, okul, düğün, askerlik…ve ölüm. Hayat boşluk doldurmaktan ibaret.
İnsanlar bize terapi için hayatlarının anlamlarındaki kırılmalardan dolayı gelirler. Bugün sorun gibi sıkıntı gibi görünen problemlerinize 20 yıl sonra baktığınızda gerçekten sorun olacaklar mı hala? 20 yıl önce canınızı yakan şeyler hala canınızı yakıyor mu? Değilse atın gitsin.
Diyorlar ki varoluşçular: kendiniz olun, iç sesinizi dinleyin ve var olmak istediğinizi çılgınca yapın. Kendi bestenizi oluşturun ve çalın. İçinde bir beste var, içine dön yalnızlığın , ölümün, belirsizliğin, anlamsızlığın ve sorumluluğun farkındalığıyla var ol. Kendini var et ve kendi besteni çal.
Aslında varoluş ya da var olma süreci bir ömür boyu devam eden sancılı bir yolculuktur. Aşağıda bir danışanımın bana gönderdiği kendi varoluş sancısını hikayeleştirerek yazdığı bölümü okuyun istiyorum. Onun yazdığı gibi yayınlıyorum:
Yürüdü, yürüdü. koştu sonra biraz.olmadı.yoruldu. rüzgara kattı kendini. esti bir süre. sonra yine silüetine büründü. günlük işlerine koyuldu. bundan sıkıldı bi zaman sonra.boş yollara vurdu kendini. tozluydu. güneş altında susadı, terledi. baktı olmayacak. uzaklardan bi bando sesi ilişti kulağına. cazip geldi bu fikir. koşar adım o yöne ilerledi. karıştı aralarına. önce bi flüte eşlik etti. özenle yerine yerleştirilmiş delikleri dolaştı bir bir. önce do, sonra re. hepsinin farklıydı sesi. üflenen nefesle hızlı hızlı hepsini gezindi. ama bi süre sonra kulağını tırmaladı ses. oradan ayrılıp davulu denemeye karar verdi. tokmak olup birbiri ardına dövmeye başladı davulu. güm-güm. çok gürültülüydü sesi.belki uzaktan dinlese hoş olacaktı sesi, ama bu kadar yakından rahatsız ediciydi. trompete geldi sıra. sesi güzeldi ama üfleyen biraz zorlanıyordu belli. zorla dolaşıyordu hava içinde. bi zorluk da ben olmayayım dedi. trampet de davula benziyordu ama daha kibardı sesi. bi süre zıpladı üstünde ritimle beraber,kan ter içinde kalıncaya kadar bildiği bütün dansları etti. aslında pek hoşuna gitti bu alet ama merak işte-diğerlerinde aklı kaldı. zili gördü hemen yanında.ikiye bölündü hemen. hızla birbirinden uzaklaşıp,yeniden yanaşıp birbirine tiz bi ses çıkarıyordu. içini ürpertti bu ses. sırada ne var die bakındı etrafına. bitmişti. bir tek en önde yürüyen çocuğun elinde bi alet gördü. ses çıkarmıyordu ama. sonradan öğrenecekti adı tempo majördü. biraz da bunu denemek istedi. uzunca bi sopaydı bu. giysi giydirilmişti bi de,bayramlık çocuklara benziyordu. püsküllerini saçı yaptı. en öndeydi ya, gururunu okşamıştı bu. elinde tutan çocuk hızlı hareketlerle bazen havada daire çiziyordu, bazen bir yukarı bir aşağı sektiriyordu elinde. rüzgarı hissetti her dönüşünde. kimi zaman tüm enstrümanlara yüzünü dönüyordu, kimi zaman sırtını. galiba en çok bunu sevmişti. gürültüsü yoktu ve önemli bir de işi vardı anladığı kadarıyla. aldığı görevi layıkıyla yerine getirdi.
bandonun görevi bitmişti. hepsini bir odaya götürüp kimini kılıflarına koydular, kimini askılara astılar. bizim tempo majörü ise duvara yaslayıp dikey bi halde yere koydular. önce hep böyle ayakta mı kalacağım die düşündü. kızdı bir süre. ama zaman geçtikçe farketti ki en çok hayatla bağlantılı olan kendisiydi. ne kapalı bi kutudaydı, ne de boynundan asılmıştı.etrafında olan biteni görebiliyor, duyabiliyor ve havayı hissedebiliyordu. diğerlerinin aksine en canlı olanı kendisiydi. sevindi buna. derin bi nefes aldı. ve tam güç, bir sonraki işe yarayacağı günü beklemeye koyuldu.
www.pozitifdegisim.com