Prof. Dr. Ali Akpınar
Unutulan Sünnetlerimizi Yaşatmak
Baharın müjdecisi olan Nisan ayı, aynı zamanda Kutlu bir doğumun da habercisidir. Nasıl ki Nisan yağmurları ile ölü kâinat dilip yeniden hayata dönüyor, aynı şekilde Nisan ayında dünyaya gelen Kutlu Elçi ile ölü ruhlar hayat bulmuştur ve bulmaya da devam etmektedir.
Kutlu Doğum, kuru bir anma ve kutlamadan öte, Kutlu Rasülü anlama ve hayata taşıma fırsatı olmalıdır. Zaten bizler, getirdiğimiz her salavat cümlesi ile Peygamberimize olan bağlılığımızı yeniliyor ve ümmet oluşumuzu test ediyoruz. Kelime i Tevhidde söylediğimiz, Muhammedürrasülullah sözü bunun için bir fırsat, günlük namazlarda 21 kere okuduğumuz Tahıyyat Duasında geçen Esselâmü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi ve berakâtüh/ Ey Peygamber, Allah’ın selam, rahmet ve bereketi senin üzerine olsun duası ayrı bir fırsat. Yine günlük olarak namazlarda en az 15 kere okuduğumuz salli ve bârik duaları Peygamberimizi hatırlayarak ona olan bağlılığımızı test etmek için iyi bir fırsat. Zira bu iki duada da otuz kere Allahım Muhammed ve Âline selam olsun, onları bereketlendir diyerek hem peygamberimizi hem de ailesini anıyoruz.
O’nu ne kadar tanıyoruz, söylem ve eylemlerimizle O’na ne kadar benziyoruz, sorularına vereceğimiz cevaplar bizim O’na bağlılığımızın boyutu ortaya koyacaktır. Bu vesile ile Peygamberimizin unutulan sünnetlerinin bir kısmını gündeme taşımaya gayret edeceğiz.
Peygamberimiz şöyle buyururlar:
“Ümmetimin fesada düştüğü zamanda sünnetimi yerine getirene yüz şehid sevabı vardır”[1]
Kim benim sünnetimi diriltirse/yaşatırsa o kimse beni sevmiş olur. Beni seven ise, cennette benimle beraber olur.[2]
Demek ki Peygamberi sevmek kuru bir iddia değil, O’nun izinde gitmektir. Zaten sevgi, kalpte yer eden söz ve davranışlarda kendisini gösteren ruhtur. Tabidir ki hadisteki bu müjdeye nail olabilmek için, öncelikle O’nun sünnetini doğru bir şekilde tanımamız gerekir.
İşte O’nun sosyal hayatla ilgili yönlendirmelerinden yalnızca bir tanesi:
MALI ZEKATLA SİGRTALAMAK!
Mallarınızı, zekâtla koruma altına alınız/sigortalayınız. Hastalıklarınızı, sadaka ile tedavi ediniz. Bela ve musibet dalgalarını dua ve niyazla karşılayınız.[3]
Şimdi bu Nebevî cümleleri açıklamaya çalışalım:
Meşruiyeti tartışmalı olsa da zorunlu yahut ihtiyarî olarak her alanda sigorta yaptırmak için masraflar yaparız. Araba, ev, deprem, hayat, kaza sigortaları gibi. Ancak Yüce Rabbin güvencesini kazanabilmek için, tabir caizse İlâhî sigorta için yapılması gerekenleri yapmayız.
Sözgelimi, malımızın zekâtını vererek onu ilâhî güvence altına almayı düşünmeyiz. Elbette ki tüm ibadetlerimiz gibi, zekâtımızı da her şeyden önce Allah’ın emri olduğu için vereceğiz. Zekâtı, fakir kardeşlerimizin, bizdeki hakkı olarak görerek borcumuzu ödeme adına vereceğiz. Ne var ki, diğer ibadetler gibi zekât ve infakın da dünya ve ahirette pek çok kazanımlarının olduğunu bileceğiz.
Zekâtla, malı sigorta ettirmek nasıl olacaktır? Fakir fukarayı ondan nasiplendirerek, onların kıskançlık duygularını ve kıskançlıkları sebebiyle yapabilecekleri düşmanlıkları bertaraf edeceğiz.
Yanısıra verdiği bunca nimetleri karşılık teşekkür göstergesi olarak Yüce Rabbimizin emirlerini yerine getirerek O’nun rahmet, yardım ve lütuflarını hak edeceğiz. Bu şekilde sahip olduklarımız el-Emîn ve el-Hâfız olan Yüce Allah’ın koruması altına, yani İlahî güvence altına girecektir.