Doç. Dr. Murat Kayacan
Uyarı atışına Meclis'in cevabı
Uyarı atışına Meclis Gül’le cevap verdi
Yaklaşık bir hafta önce Çankaya Köşkü'ne giden Büyükanıt, Cumhurbaşkanlığı konusunda kendisinden yorum almaya çalışan gazetecilere, "Dükkan kapalı!" demişti. Büyükkanıt, 27 Ağustos’ta “30 Ağustos Zafer Bayramı” mesajını genelkurmaya ait web sayfasında yayınlayarak “dükkanı açmış” oldu. Bu açıklama gibi bir önceki siyasete müdahale nitelikli bildiri de 27 Nisan’da yayınlanmıştı. Muhtemeldir ki, bu 27’lerin 27 Mayıs 1960 darbesini çağrıştıracağı ve politikacıları endişelendireceği hesaplanıyordu. 27 Ağustos tarihli bildiriye göz attığımızda “TSK’ya yapılan saldırılar artmaktadır, sinsi planlar her gün farklı şekillerde ortaya çıkmaktadır.” denildiğini ve seçilmiş olanların karar vereceği “toplumun maslahatının nerede olduğu” konusuna yanlış bir şekilde ordunun müdahil olduğunu, siyasete müdahale nitelikli bu açıklamanın “Bakın bize saldırıyorlar!” uyanıklığıyla gizlenmeye çalışıldığını görmekteyiz.
Bu bildiride “irtica”dan vazgeçilerek onun yerine “şer odakları” ifadesi tercih edilmiş. Muhtemelen bu sayede iktidar hedef alınmış olmaktadır. Çünkü halka “odak” ya da karanlık “güçler” demek anlamlı olmasa gerek. Şu unutulmamalıdır ki, Genelkurmay siyasete yön verme yetkisine sahip değildir. Muvazzaf elemanlarından birisi hukuka aykırı hareket ettiğinde veya ülke savunması konusunda bir tehlike söz konusu olduğunda yapılacak iş konuyu Başbakan’a aktarıp çözüm üretmesini talep etmektir. Bunun yerine internet sitesini Türkiye’de siyasete yön verme aracı olarak kullanırsa suç işlemiş olur.
Yine Genelkurmay Başkanlığı’nın, bugün düzenleyeceği törenlere ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı bahçesinde vereceği resepsiyona TBMM'deki DTP'lileri davet etmemesi de gazetecilere yönelik akredite uygulaması gibi bir ayrımcılık niteliğine sahiptir ve yanlıştır.
Bildiride Türk ordusunun “Türk ulusunun ‘doğuştan taşıdığı kabiliyet ve kudret’ ile şekillenen ve Ulu Önder Atatürk'ün İlke ve Devrimleriyle kurulan Türkiye Cumhuriyeti'ni sonsuza kadar yaşatacak dinamik gücün temeli olmaya devam edecektir.” denilerek aslında “Bizim vazifemiz TC’nin sonsuza kadar yaşatılmasıdır, Türkiye için doğru olanı ve bu cumhuriyetin niteliğini içinde yaşadığımız şartlara göre siyasi otorite belirler.” anlamını çıkarmak da mümkündür. Kasıt buysa söylenen gayet isabetlidir.
Genelkurmay: “Atatürk Devrimi, demokratik bir niteliğe sahiptir. Padişahlığı ve halifeliği yıkarak yerine ulus egemenliğine dayanan Cumhuriyeti getirmiştir.” diyerek seçim sonuçlarına direnen çevrelerin ne kadar ulus karşıtı olduğunu imlediği de çıkarılabilir. Zira seçimlerde Türkiye halkının yaklaşık yarısının oy verdiği bir parti cumhurbaşkanı adayı göstermekte ne var ki, halkın eğilimini hiçe sayan kimseler ulus egemenliği sekteye uğratılmaya çalışılmaktadır. Yine diyorum ki, Kasıt buysa söylenen gayet isabetlidir.
Açıklamada, “Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter yapısını içine sindiremeyen bölücüler ile laik yapısını sistematik bir yaklaşımla aşındırmaya çalışan şer odaklarının yaklaşımlarını, tüm ulusumuz çok açık olarak izlemektedir.” ifadesine yer verilmiş. Bunda da bir sıralama hatası söz konusu. Zira laikliğe karşı mücadele verenler 1. tehdit ama 2. tehditten sonra zikredilmiş.
Yine “Ulu Önderimiz Atatürk'ün: "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkına Türk ulusu denir." veciz ifadesinde yerini bulan Atatürk milliyetçiliği ve laiklik, bilim ve aklın parlak ışığı ile bütün bu karanlık güçleri boğarak bizi aydınlık bir geleceğe ulaştıracaktır.” denilerek Türklüğün bir ırk olmadığı ima edilmiş. Gerçekten Türklük sadece TC vatandaşlığından ibaretse bu durumda duygusal değil yasal bir içeriğe sahip olmaktadır. Bu durumda hala “yüce Türk ulusun”dan bahsetmek ne kadar anlamlı olur? Hayrunnisa Gül de kendini Türk hissediyordur. Bu durumda vatandaşlık esasına dayalı ve bilimin ışığında o nasıl ayrımcılığa tâbi tutulabilir? Yoksa TC’nin kurulmasında fedakârlık gösteren kadınların tümü başörtüsüz müdür?
Bildiride, “Atatürk'ün ideolojiden uzak, bilim ve akla dayanan dinamik ve çağdaş Düşünce Sisteminin (kendi tarihselliğini hesaba katmadan) takipçisi olan personelini” denilerek sanki yaklaşık 1 milyon personeliyle ordunun bu söylemi dillendiren bir siyasi partinin takipçisi olduğu izlenimi edindim. Ordu personelinin özellikle askerlik görevi için belli bir süre kışlada kalan askerlerin yarısının AK Parti’ye oy verdiğini söylemek saf dillik olmasa gerek. Bir de silahlı kuvvetler personelinin “ideolojiden uzak” olduğu iddiası bana makul gelmediğini ifade edeyim. Zira bildiride geçen Atatürkçülük, Atatürkçü Düşünce Sistemi gibi ifadeler bir ideolojiyi imlemekte değil midir?
Neyse, ordu 27 Nisan’da web sayfasından bir uyarı atışı yaptıysa da, TBMM 28 Ağustos’ta Gül’le karşılık verdi, iyi de oldu.
Geçen haftaki yazımda: “Seçimlerin bitmesiyle Kandil dağı da buharlaştı mı?” diye sormuştum. Cevabı Kandil dağındaki PKK’nın İran’a karşı faaliyet yürüten PEJAK koluna saldırılar düzenleyen İran ordusu verdi: “Kandil dağı buharlaşmamış!”