yazar-11
Vatandaş tedavi olabiliyor mu?
Acaba Avrupa Birliği’ne giriş için müzakere tarihi almış ve müzakerelere başlamanın eşiğinde olan Türkiye’de, insanımız yeterli derecede sağlık hizmetlerinden faydalanabiliyor mu? Bu soruya çok kolaylıkla ve rahatça evet demek pek mümkün olmasa da büyük oranda olumlu bakabiliriz.
Aylarca doktora muayene olabilmek için hastanelerin randevu telefonlarına ulaşmaya çabalayan, bin bir güçlükle doktor karşısına çıkan, birkaç dakika içerisinde sayabildiği kadar şikâyetine karşılık süratle reçetesi eline tutuşturulan ve daha sonra da ilaç alabilmek için kuyruklarda ömrünü tüketen insanımız, biraz olsun rahata kavuştu. Eski görüntülere artık televizyonlarda pek rastlamıyoruz.
Ancak sorun gerçekten çözüme kavuştu mu? Şu günlerde Genel Sağlık Sigortası Yasası Meclis gündeminde. Yirmibirinci yüzyılın başında Türk halkına daha çağdaş bir sağlık sistemi sunabilmenin gayreti içerisinde olan Hükümet, yeterince bu konuya eğilebilmiş mi? 2005 yılının başından bu yana, özellikle SSK ve Yeşilkart sahibi vatandaşlarımızın yaşadığı bir rahatlamanın ötesinde, bürokrasiyi henüz kırabilmiş değil. Hükümetin bir şeyler yapma gayreti çoğunlukla bürokratik engeller yüzünden gölgeleniyor.
Hastanelerde rehin kalma hadiselerinin kesin kez bittiği söyleniyor. Öte yandan basına yansımayan bir sürü trajik olaylar hastanelerde yaşanıyor. Sağlık hizmetlerinin sunumunda meydana gelen aksaklıklar bir türlü giderilemiyor. Bunun en açık göstergesi, son aylarda yaşanan “doktorlara mecburi hizmet” tartışmalarıdır. Bu tartışmalar tarafları birbirine karşı adeta meydan okumaya kadar götürmüştür. Ülkenin her yöresinde eşit ve ulaşılabilir bir sağlık hizmeti götürülebiliyor mu bunun tartışması maalesef gölgede kalıyor. Mahrumiyet bölgelerinde görev yapmak istemeyen sağlık personeli, ya istifa ediyor ya da araya birçok siyasiyi sokarak tayinini başka yerler yaptırıyor. Hal böyle olunca, kırsal kesimde yaşayan nüfusa yeterli bir şekilde sağlık hizmeti sunulamıyor.
Öte yandan hastanelerde muayene olmak için bitap düşmüş olan hastalar da bürokrasinin kendilerine hazırladığı birçok engeli aşmak için insanüstü çaba sarf ediyor. Devlet fazla ilaç harcaması yaptığını düşünüyor ve ilacın alınmasını nasıl zorlaştıracağını hesaplıyor. Her ay yeni yeni ilaç alım koşulları belirliyor. Türkiye’nin her tarafında eşit ve ulaşılabilir bir ilaç hizmeti sunmak yerine, adeta vatandaşı cezalandırır gibi konulan kurallar, ne bu kuralı koyan kuruma bir kolaylık sağlıyor ne de vatandaşın çilesini azaltıyor. Temelde bakılacak olursa anayasaya da aykırılık teşkil eden bu durum, maalesef Hükümet tarafında da görmezden geliniyor. Sistemde köklü değişiklikler yapılmadığı müddetçe, 2005 başında yapılan çok olumlu ve önemli yenilikler de gölgeleniyor.
Doktorlara hangi koşullar çerçevesinde ilaç yazabilecekleri öğretilmeden uygulama başlatılıyor. Eczacılar asli işi olan ilaç danışmanlığı görevlerini yerine getirmek şöyle dursun, adeta bürokrasinin özel memurları gibi talimat ezbercisi olarak çalışıyor. Tabii bu arada vatandaş ilacını alabilmek için bir eczacının yanına koşuyor, bir doktorun yanına koşuyor. Bu arada hastalığı daha da çok depreşiyor. Büyüklerimiz de Ankara’dan şu kadar ilaç tasarrufu yapacağız diye seyrediyor.
Avrupa Birliği’ne girmek sözle olmaz! Siz vatandaşın yaşam kalitesini ne kadar fazla artırabilirseniz, insanımızın rahat bir şekilde tedavi olabilmesi için gerekli çalışma ve alt yapıyı ne kadar süratle yerine getirebilirsiniz, işte Türkiye Avrupa Birliği’ne o zaman katılabilir hale gelir. En azından o seviyede yaşam kalitesini artırır. Yoksa lafla peynir gemisi yürümez, yürümüyor hiçbir zamanda yürümeyecek.