Fahri Kubilay
"Yiğit ölür kalır eseri…" Abdullah Karakuş Amcamıza ithafen
1985 yılında Seydişehir’e ilk geldiğimde tanıdığım gönül eri bazı insanlar vardı.
O zamanlar video yeni çıkmış ve bizim camiada yeni yeni kullanılmaya başlamıştı.
Ellerine geçirdikleri konuşmaları, filmleri, o zamanlar altlarındaki Reno taksi ile Köy köy mahalle mahalle kapı kapı dolaştırarak insanları bilinçlendirmeye çalışırlardı bu gönül erleri.
Bu günlerin meyveleri, bu insanların emeği bu insanların samimi ve ihlâslı çalışmaları sonucu o zaman dikilen ağaçlardandır.
Ülkemizdeki bir hastalıktır maalesef...
Yaşayan değerlerin kıymeti öldükten sonra anlaşılır, ölenin arkasından methiyeler düzülüp ağıtlar yakılır...
Tabiî ki ölülerimizi de hayırla yâd edeceğiz ama niye insanların kıymetlerini niye yaşarken de bilme gayreti içinde olmayalım ki?
İnsana o değeri kazandıran şey sağken yaptıkları değil midir? Bizler onların sağ iken yaptıklarını hep görüyoruz ama kıymetlerini, değerlerini o zaman anlayamıyoruz maalesef…
O zamandan tanıdığım ve adı konulmamış sınıfı olmayan mektebin öğrencileri bu ihlaslı çalışmaların bereketi ile yetişenler o günleri çok çabuk unuttular.
Bu günlere kolay gelinmedi. Bu ülke, benim de bizzat içinde yaşadığım 12 Eylül, 28 Şubat gibi darbeleri gördü.
Milletimizin bir daha yaşamasını istemediğim bu süreçte inançlı insanlar bin bir türlü bahanelerle mağdur edildiler.
O günün mağdurlarının bir çoğu bugün çeşitli makamlara geldiler ama o zamanki samimiyet, o zamanki ihlaslı çalışmalar o zamanki kardeşlik maalesef yok.
Herkes yanındaki ile, her grup kendi düşüncesine ait insanlar ile parça pincikbir hale gelmişler. Hatta o kadar ileriye gitmişler ki sırf “kendi gibi düşünmedi” diye Rabbim Allah’tır, Kitabım Kuran’dır Peygamberim Muhammed (sav)’dir adım Müslümanım dese bile Allahın selamını vermeyecek, almayacak hale gelmişler.
İktidar gücü bu yapıyı dinamitledi ve “zafer kazanmış muzaffer” edası ile halktan koptuk, toplumdan koptuk kendimizi bu işlerden beri görerek tüm kredilerimizi bitirdik.
Eskiden tebliğ amaçlı olarak evlerde yaptığımız toplantıların yerine şimdilerde kahvehanelerde, tabirimi mazur görün "masa, kasa, nisa" meselesi konuşulur oldu.
Bugün insanlar bizim bu halimize bakıp Müslümanlıktan soğuyorlarsa dönüp kendimizi sorgulamamız lazım. Bu gidiş nereye kadar bilen de yok maalesef.
Dün uğrunda mücadele ettiği değerleri bu gün basit görüp namazı, ibadeti,takvayı bir kenara bıraktık. İnandığımız gibi yaşamak yerine yaşadığımız gibi inanmaya başladık.
Laf ile tebliğ dönemi bitti. Ülkede yaşanan 15 Temmuz sürecinden sonra kimse birilerin lafına konuşmasına bakmıyor,artık insanlar davranışlara bakar oldu.
İnsanların samimiyetine bakıyor ve söyledikleri yaptıkları ile uyuşuyor mu “konuşurken Musa gibi yaşantısı Firavun gibi mi?” ona bakıyor, samimiyet istiyor.
Tekrar konumuza dönersek eğer… Çok az şey bilmelerine rağmen, Seydişehir’de samimiyetleri ile bir nesli yetiştiren insanların samimiyetleri, ihlasları bizim için en değerli örnektir.
Seydişehir'e ilk geldiğimde tanıdığım böyle samimi ve ihlaslı iki insan Abdullah Karakuş ve Hasan Göksu amcalarımızdı. Abdullah Amcamızı yani Seydişehirliler Abdullah Amcalarını geçtiğimiz günde Rahmeti Rahmana uğurladılar.
İnnaLillâhi ve İnnâİleyhiRaciûn.
Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah'a aidiz ve şüphesiz O'na döneceğiz.. Biz Onun bir Muvahhit Olduğuna Şahidiz Ya Rabbi. Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce imanla geçmiş olan kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı bir kin bırakma.