Zaafiyet ancak cuntacıları diriltir

Zaafiyet ancak cuntacıları diriltir

 

Türkiye’de yaşayan herkesin, yakın tarihli özel bir gelişme olmasından dolayı 28 Şubat’ı unutmaması ve mümkünse yeniden ezberlemesi gerekiyor. Benzer özelliklere sahip diğer müdahaleler de çok önemli. Fakat henüz 28 Şubat neredeyse tam kadro elimizde iken sorgulanması daha kolay diye böyle söylüyorum. Bu anlamda ne 12 Eylül’ün 28 Şubat’tan, ne de 27 Mayıs’ın 27 Nisan’dan farkı yoktur. Tüm bunlar, vatanperver(!!) cuntacıların, oldukça maliyetli sevgi sunumlarıdır. 

28 Şubat’ın bu ülkeye yüzlerce milyar dolara mal olduğunu herkes biliyor. Ama üzerinden onca zaman geçmiş olmasına ve bunca vatan soyan grup ve teşkilatın deşifre olmasına rağmen, “28 Şubat’ın vatanperver(!!) kudretli generallerinin bu yüzlerce milyar dolarlık kayba rağmen ülkeyi hangi tehlikeden kurtardığı bir türlü anlaşılamadı. O yüzden 28 Şubat yeniden incelenmeli,  bağlantılar tekrar gözden geçirilip, kimin kiminle iş tuttuğu ortaya çıkartılmalıdır.  Bu işin geciktirilmesi, Allah korusun, mevcut hükümetin de gerekçeleri farklı, sonuçları benzer bir senaryoyla karşılaşması anlamına gelebilir.

O günkü cuntacı anlayış, RefahYol hükümeti ile hiç alakası olmamasına rağmen belki de kimler tarafından üretildiğini çok iyi bildikleri Aczimendileri, Ali Kalkancı ve Fadime Şahin olaylarını nasıl müdahalenin göbeğine gerekçe olarak oturtmuşlarsa, bugünkü uzantıları da kendilerine bu ülkenin verdiği onca imkâna rağmen büyümesini engelleyemedikleri bir örgütü, mevcut hükümetin sonu için kullanabilirler. Zafiyet oluşturmanın onca yöntemi vardır. Bunlardan hangisini kullanacaklarını ancak ehli olanlar ve birazda dikkatle seyredenler bilebilir. Terörün oldukça karmaşık ve gizli yönlerinin günbegün açığa çıkacağı gün gibi aşikâr. Bu gün, terörden medet umarak bu milletin temsilcilerinin elini zayıflatmak isteyenler, muhtemelen yarın terörün müstetir olan yönlerinin açığa çıkmasıyla kendilerinin derdine düşecekler. Bu ülkede suç bastırmanın en iyi yönteminin, suçlama olduğunu bilen ve uygulayan onlarca güç merkezleri var. Bu konuda oldukça profesyonel ve becerikliler. Bundan on yıl önce, ülkedeki hükümeti devirmek için on binlerce gencimiz terörden ölmüş olmasına rağmen, irticayı terörün önüne birincil tehdit olarak yerleştiren bu güçler, bugün irticanın tutmayacağını bildikleri için olsa gerek, terörü palazlandırıp halkın temsilcisi olanların duruşunu bozmaya çalışıyorlar. Halkın temsilcisi olan unsurlarında ağız değiştirip bu taifenin dilini kullandığını görünce, bu tehlikeli etkileşme daha bir önem kazanıyor.

Türkiye, ciddi bir süreçten geçti. Bu, oldukça olumlu mesafelerin alındığı, toplumsal düzeyde özgüvenlerin tazelendiği bir süreç. Bu süreci olumlu değerlendirmek kayıtsız ve şartsız kabul etmek anlamına gelmiyor. Meseleye sadece ülkenin nereden nereye geldiği noktasından bakıyoruz. Allah’a hamdolsun ki kişisel olarak ne demokrasiye ne de cumhuriyet (!) e iman ettim. Mutlak mutluluğun, ancak Muhammed (as)’ın getirdiklerine iman ve itaat etmekten geçtiğine inanıyorum. İslami hassasiyetlerin tavizsiz ve teklifsiz bir düzlemde tutulması gerektiğine inanan birisi olarak aslında söylemeye çalıştığım şey, mevcut halin bir önceki durumla kıyasıdır. Yoksa İslami referansların yok sayıldığı ve halen din düşmanlığının satır aralarına sıkıştırılmış mevzuatlarla halka rağmen korunmaya ve uygulanmaya çalışıldığı bir sistemi övmemiz, dahası onunla barışıkmış gibi duruyor gözükmemiz, insani ve İslami referanslarımızla uyumlu olmaz. Tabiî ki genelkurmay koridorlarında cumhurbaşkanı olarak atanan Fahri Korutürk’ü gördükten sonra, müdahalelere açık bile olsa meclisin seçtiği Turgut Özal’ın seçim modelini daha bereketli bir model olarak kabul ederiz. Hele hele bu seçimi seksen milyonluk geniş bir halk kitlesi yapacaksa bu, öncekilere göre tartışmasız daha verimli ve daha bereketlidir.

 İşte sisteme yönelik akıştaki bu güzelleşmelerden dolayı sürekli kaybeden ve gerileyen guruplar var. Bunların içerisinde ideolojik yapılanmalı olanlar olduğu gibi, ekonomik istikrarsızlıktan beslenen yapılarda mevcut. El birlik edip ülkeyi bir enkazın eşiğine getirmeye çalışan bu taifeye artık Türk’üyle, Kürt’üyle ne ülke halkının nede seçilmiş görevlilerin meydan bırakmaması lazım. Kimin elinde su bidonu varda yangın diye bağırıyorsa, hükümet ve halk yangınla uğraştığı kadar eli bidonlu çığırtkanları da tahkik ve tetkik etmelidir.

Bu anlamda 28 Şubat süreci tüm yönleri ve aktörleriyle yeniden gözden geçirilmeli. Aynı oyunun benzer modelleri hissedilir hissedilmez de kesin ve düzgün bir tavır konmalıdır. O günlerde ellerinde tuttukları güçle halka rağmen halkı cezalandıranlar, bu günlerde halkın hassasiyetlerini kullanarak kaybettikleri o gücü başkaca sorunlu ortamlar oluşturarak elde etmek isteyebilirler. Yangın çok önemli ve ivedilikle söndürülmeli, amma o günlerde de etkin olan teröre rağmen Muhammed (as)’ın hatırasını canlı tutmak adına yapılan “kutlu doğum” kutlamalarını birincil tehdit olarak sunanlar da göz ardı edilmemelidir. Eğer ipi, cambaz ve sirki yeniden ama doğru tanımlamazsak bu konu sürekli ensemizde olacak. Çözümün halkla barışmaktan geçtiğini, bölgesel farklılıkları ortadan kaldıran duygusal jestlerin geciktirilmemesi gerektiğini bilmemiz gerekiyor. Karşı tarafın paniklemesi Ak Parti hükümetiyle birlikte halkın taraf değiştirmesindendir. İşin aslı devletin milletiyle bölünmez bütünlüğünü savunanlar, birazda seçilenlerin seçenlerle barışmasına fırsat verseler birçok sorun kendiliğinden çözülecek. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum