Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Zaman bilinci
İslam filozoflarına göre zaman, hareketin sayımı olarak tanımlanır. Bu anlamda zaman izafidir. Hareket durdu mu zaman da durur. Bu görüşten yola çıkan Mu’tezile gibi kelam âlimleri kabir hayatını Ehl-i sünnet kelamcıları gibi anlamamışlardır.İslam sisteminde zamanla ilgili muhtelif kavramlar kullanılır: Dehr, asr ve zaman..Elbette bu sözcükler arasında bazı farklılıklar vardır. Burada önemli olan zaman üzerinde durulmuş olmasıdır. Ayrıca Kur’an’da, zamanın bir parçasını oluşturan; ecel, gün, ay, gece, gündüz, kuşluk vakti vb. gibi kavramlara yer verilir. Zamanın önemini vurgulamak adına Yüce Allah, zamana ve zamanla ilgili olan; gece, gündüz ve kuşluk vaktine yemin eder.
İnsan ömrü, sermayeye benzetilmiştir. Buradan hareketle, vakit, nakittir denilmiştir. Aslında vakit, nakit değil, azizdir. Çok değerlidir. Çünkü geçirilen bir dakikayı geriye sarmak, mümkün değildir. Müslüman zihniyette zamana, emanet gözüyle bakılır. Bu sebeple emanet üzerinde tir tir titrenir. Çünkü her geçirilen dakikanın hesabı sorulacaktır.
Bir Arap şairi mısralarında zamanı çok güzel anlatır:
“Her gün geçtikçe benim birazım gidiyor,
Hâlbuki benim ömrümden değerli bir şey yoktur,
İnsanoğlu, günlerimiz geçiyor diye seviniyor,
Hâlbuki her geçen gün ömrü eksiltiyor.”
Günümüzde iki kişi bir araya geldi mi, en çok zaman konusu üzerinde dururlar. Yakınılan en meşhur beylik laflardan birisi de “zaman bozuldu” görüşüdür. Hâlbuki zaman, var olduğu andan itibaren aynı durmakta ve akıp gitmektedir. Bozulan, zaman değil, bu zaman içerisinde yaşayan insanın ta kendisidir. Zaman, bir podyum gibidir, değişmez. Onda rol yapan artistlerin harekeleri ve yanıp-sönen ışıklar değişir.
Her Müslüman, zaman konusunda çok duyarlı olmak zorundadır. Vakti, verimli kullanmak, onun olmazsa olmaz bir ilkesi olmalıdır. Çünkü Efendimiz Hz. Peygamber: “İki günü birbirine eşit olan zarardadır” buyurmak suretiyle, zamanı verimli kullanmayı teşvik etmiştir. Bu bağlamda bir Müslüman da, hayatına her gün yeni bilgiler, tecrübeler ve beceriler katmalı, daima ileri sıçrayıcı pozisyonlar almalıdır.
İrfan edebiyatımız zamana dair birçok tasavvufi kavramlarla doludur. Bunlardan birisi “vukûf-u zamanî”dir. Hakikat yolcusu, zamana vakıf ve egemen olmalıdır. Bu sebeple zaman, keskin bir kılıca benzetilmiştir. “Sen onu kesmezsen o seni keser” sözü, zamana hâkim olmanın önemine işaret eder. Çünkü zamana hâkim olanlar, mekânlara da hâkim olurlar.
Günümüzde Müslümanlar zamana hâkimiyetlerini kaybettikleri için, mekânlara olan hâkimiyetlerini de kaybetmişlerdir.
Öte yandan, muhteşem medeniyetimizin semasında parlayan yıldızlarımızdan birisi olan Hz. Mevlana da, “ibnu’l-vakit” olmanın önemi üzerinde durmuştur. Bu tabirin manası şu demektir: Geçmişe üzülme, artık o geride kalmıştır. Zamanı geri çevirmek mümkün değildir. Gelecek hakkında da kaygılanma. Gelecekte neler olacağı henüz bizim açımızdan bilinmemektedir. Zira geleceği yaşayıp yaşamamak konusunda bir garantimiz yoktur. O halde bize düşen, vaktin çocuğu olarak, içinde bulunduğumuz, yaşadığımız şu anı en verimli bir şekilde değerlendirmektir.
İnsanın yaşayacağı ecel, bir zamandır. “Her ümmetin bir eceli vardır. Onların ecelleri gelince, artık ne bir saat ertelenebilirler, ne öne alınabilirler.” (Yunus Suresi, 49).
Herkes kendisine biçilen bu zamanı bir biçimde yaşayacaktır. Kimileri için zaman, asr-ı saadetten bir parça, kimileri için zaman, asr-ı felaketten bir parça olarak yaşanacaktır. Önemli olan, geçip gideceğimiz şu fani dünyada biz fanilerin hoş bir seda bırakıp gitmesidir.
Ne mutlu, vakti, asıl sahibinin gösterdiği istikamette dolu dolu yaşayan ve kuşanan güzel insanlara!