Derviş Argun
Açın milletin önünü pozisyonu görsün
Demokrasinin, gülünç bir oyun olduğuna inanıyorum. Gülünç bir oyun. Çünkü, kapısı sadece belirli kesimlere açık güdük bir sistem. Sistemler, muhatap oldukları kitleleri mutlu ettikçe büyük ve kutsaldır. Oysa demokrasi, dünyanın her tarafında olduğu gibi Türkiye’de de bir kısım güçlerin helvası durumunda. Hz. Ömer, cahiliyye döneminden en çok güldüğü şey olarak, helvadan putlar yapıp acıkınca yediğini örnek gösterirmiş. Putunu yiyen iman. Yada imanına ihanet eden adam. Üstelik sadece acıkınca. Bizde şimdi benzer olaylara, benzer gülücükler atıyoruz. Çünkü benimde ülkemde acıkınca putuna saldıran yani demokrasisini yiyen ağalar var. Hem de koca koca adamlar. Kendilerince okumuş büyük adam! olmuşlar. İhanet ettikleri imanını yemek için, hiç kaşık sıkıntısı çekmiyorlar. Çünkü o kadar çok kaşık olabilecek malzemeleri var ki, saymakla bitmez. Her dönem ve her yerde malzeme onlar için yonca olmuş yetişiyor. Biç babam biç.
Adamın birisi, ülkücü? Üstelik içkici! ve üstelik mafya bağlantılı, hiç derdi değilken Danıştay’a başörtüsü için saldırı yapmış. Güya tekbir getirmiş ve güya “Allah’ın askeriyim” demiş. Diyelim ki öyle ve diyelim ki bu sözde ülkücü, içkici ve mafya bağlantılı olan şahıs hakikaten o gerekçelerle saldırdı. Ve yine diyelim ki hayatında başörtüsü ile ilgili hiçbir ayrıntısı olmayan bu şahıs, başörtüsünü dert etti. Ve diyelim ki bu dertle yanıp tutuşarak bu saldırıyı gerçekleştirdi. Tüm bunlar sadece katılanlar kadar çerçevesi olan bir suçun resmidir. Ancak ilgilenenleri ilgilendirir. Ve ancak o kadar kapsamlıdır. Ama biz daha olayın ne olduğunu bile anlamadan putunu yiyen koca! koca! adamların, helva tadı almış düğüncüler gibi dillerini ağızlarının içinde dolaştırdığını gördük. Tadı tam almak istercesine ağzın içinde, kıyıda köşede bir şey kalmasın diye nerede ise kendi dilleri ile kendi ağızlarına paspas çekiyorlardı.
Birkaç gündür hepimiz bu olayı takip ediyoruz. “Siyasete kan bulaşmıştır” diyerek bu kandan denizde kağıttan gemi yüzdürmeye çalışan, Deniz Baykal’dan, “halkın tepkisi çok iyi ve ümit verici, ama devamlılık göstermeli” diyen ve bahse konu halkı, kime karşı olduğunu tam anlayamadığımız tepki ve nümayişlere sevk etmeye çalışan bir kısım güçlere kadar herkes sağduyuyu! telkin ediyor. Güya Cumhurbaşkanı,YÖK ve bürokratik oligarşi, aynı saiklerle halkın sükunetine! birlik ve beraberliklerine! hizmet ediyor. Bu saldırıdan en büyük yarayı alan ve sabır tavsiye ederek olayın tüm detaylarıyla çözüleceğini telkin etmeye çalışan hükümet “sağ olmayan” duyuyu tavsiye etmiş oluyor. Halk ise gerçeklerle, telkinler arasındaki çaresizliğin psikolojik bozumunu yaşıyor. Bu bozumun hangi tepkisel sonuçlar doğuracağını bu günden kestirmemiz mümkün değil. Ama geçmiş örneklerle kıyaslandığında aynı koca! adamların aynı sağduyu! telkinlerinin hangi sonuçları doğuracağını öngörebiliyoruz.
Bu telkinlerle yollara dökülen, aynı kişiler olduğunu zannettiğimiz bu üç beş binin tepkilerinin tamir edilemeyeceğini biliyoruz. Her cephenin böyle fanatikleri vardır. En büyük sorun bu fanatizmin devlette ne kadar karşılık yakaladığıdır. Bu karşılık çok önemlidir. Çünkü yüzyıldır sanal yada gerçek badireler atlattığı söylenen devletin tüm faturayı halka ödetmesi alışılmış ve bu belki son olur dedirten bir sonucun karşılığıdır. Buna rağmen dualarımız, halkın bu koca! adamların telkinlerini geçmişteki benzer olaylarla kıyaslayıp doğru tepkiselliği yaşamaları. Yoksa bu günden halimizin harap ve duman olduğunu görebiliyoruz.
28 şubat süreci, toplumun büyük kısmı tarafından sosyal hakların silindir edilmesi olarak bilinir. Bu doğru. Ama en az onun kadar bir başka karşılığı da var ki, o da ekonominin talan edilmesidir. Nerede ise halkın yüz milyar dolarlık birikiminin iç ve yok edilmesidir. Halkın fakir ve yoksul hale getirilmesidir. Ak Parti iktidarı hükümet ettiği sürece ekonomik alanda herkes hakkını verir ki doğru adımları attı. Dövizin bastırılması ve enflasyonun düşürülmesi, bunlarla ilgili, ekonominin işine yarayan başkaca parametrelerin yükselmesine sebep oldu. Bu bir anlamda “sosyal devlet” olmanın gücüne ulaşma işaretleriydi. Yani “güçlü devlet” formülünün hakimiyeti anlamına gelirdi. Bu hakimiyet kendisini, yetmiş milyar dolarlık rezervle göstermiş. Hatta dövizin bastırılması ve yüzde otuz beşlere varan gerilemesi ile ülkenin total borcunda, ödemeden yüzde otuz beşlik bir avantaj sağlanmıştı. Bu ilerleyen dönemde belki de daha bağımsız bir Türkiye’nin yolunu açacaktı. Oysa Ak Parti, kendisine oy verirken halkın umut ettiği bir takım gelişmelere somut çözümler üretememiş dahası duyarsız gibi davranmıştı. Şimdi Deniz Baykal’ın deyimi ile kime karşı olduğunu kavrayamadığımız “son kalenin” kaybedilmemesi adına yeniden bir takım facialar işlenmekte ve bu facialardan daha öncekiler benzer sonuçlar devşirilmeye çalışılmaktadır. Bu devşirme operasyonu, ülkenin genel ekonomik tablosuna dünden bugüne milyarlarca dolar darbe vurmuştur. Ama, halkı hesap etmeyen bir halk idaresi anlayışına sahip zihniyetin, halkın derdini dert etmediğini zaten biliyoruz. Onlar için en önemli şey, her “yaramaz evlattan” sonra gelen “esas oğlanların” doldurduğu kasayı boşaltmaktır. Kasa boşalınca fırtına diner. Herkes köşesinde, fırtınada oluşan enerjiden elde ettikleri yakıtla yeni bir “esas oğlan” projesine kadar idare eder.
Bu gelişmelerin oluşmasında tabiiki hükümetinde çok suçu var. Hükümet, Şemdinli’deki performansı ile yorgun görüntüsünü ele verdi. Sonuna kadar gideceklerini söyledikleri bir konunun hemen başında çark ettiler. Fırtına çıkmadan yakıtı teslim edip beklentisi olanları doyurduklarını zannettiler. Adalet bakanını iki yerde koşarken gördük. Hem de üzülerek. Birisi koşmak, diğeri kaçmak anlamında. Şemdinli savcısını görevden almaya giderken koşuyordu. İkincisinde ise bu görevden almadan mutlu olanların cenazede kovalaması ile kaçıyordu. Oysa koşuşu da kaçışı da aynı adamları mutlu etmiş. Aynı adamları güldürmüştü. Artık herkes devletin idari yapılanmasındaki parçalanmış güçlerin farkında. Herkes hükümetin gönderdiği yüzlerce düzenleme ve onlarca özelleştirmenin kimlerden ve niçin döndüğünü çok iyi biliyor. Toplamı üç beş bini bulan bu fanatik cenahın haksız talepleri ile ülkenin akışını bozmak en hafifinden “vatana ihanet etmektir”. Bu ihanete izin vermek ise hükümetin en büyük hatası olacaktır.
Bu ihanet kimin boynunda asılı ise onu deşifre etmek ve halkla paylaşmakta hükümetin en başlı görevidir. Tabiiki uluslar arası dengeler çok önemlidir. Ve tabiiki uluslar arası dengelerin iç yansımalarındaki hassasiyet ciddiye alınmalıdır. Ama eylemi yapanların, sözde eylem yapanların sorgulayıcısı olduğu bir dünyada, bir takım şeylerinde halkla paylaşılması, o sorunların aşılmasında uygulayıcılara güç katacaktır. Bu gücü yanınızda hissetmek istiyorsanız halkı ilgilendiren konularda, halkı bilgilendirin. Yeri gelmişken, en “iyi hakem halktır” demiyor musunuz? Halkın pozisyonu görmesine engel olanları deşifre etmeden halkın doğru düdük çalması ne kadar mümkün olur? Dün Şemdinli’de öncesinde daha başka yerlerde, bugün ise Danıştay olayında pozisyonu kapatanları bulup deşifre etmezseniz halkın hakemliği de, demokrasiniz gibi güdük olur.