Durali Göğüş
Ağlamayı Unutan Vicdanlar!...
Günlerdir yağan yağmur bereketli günün akşamı idi, sohbetten eve dönüyordum. Araçla yol alırken birkaç dakika sonra gökyüzüne doğru yükselen siyah dumanlar ve is kokusu ile karşılaştım. Gecenin karanlığından daha koyu bir duman bulutu,yürekte bir çarpıntı gözlerde bir korku ve endişeyle afetin olduğu bölgedeyim. Yaklaştıkça gecenin sessizliğini bozan itfaiye, ambulans ve polis ekiplerinin siren ve çakarlarının aydınlattığı olay mahalli. Duyarlı ve meraklı insanların olay bölgesine panikle koşuşturmaları kalp atışlarımın hızlanması korku ve ürperti sardı tüm benliğimi.
Her gün iş güzergâhım üzerinde ki endişe duyduğum metruk iki katlı bir bina. Yapılış tarihi beklide tahminen yetmiş sensen yıllık. Kapısından ilk adımı attığınızda yoğun bir trafiğin olduğu cadde. Çocukların oyun sahsı kapı önü olan bir hane. Malumunuz son dönemlerde bu tür evlerin sakinleri kendi öz vatanlarından zalim bir idarecinin vahşetinden kaçıp ülkemizin şefkatli kucağına sığınan Suriyeli aileler. Çünkü bu tür evler sığınacak, başını sokacağı bir çatısı olmayan, çaresiz insanlara bir liman olmuştur. Bu mazlum ve yetimlerinin varlığı içimizdeki bir takım zihinlerde rahtsızlık sendromuna neden oldu. Bu virüslü beyinler onları ötekileştirme, dışlama ve defolun gidin ülkenize nöbetine soktu.Bu kafalar insan yaşamına uygun olmayan metruk yerleri yabancı misafirlere reva gördüler. İnsanca yaşanabilecek mekânlar, çocuk sayısı bahanesi ile evleri kiraya vermediler hatta boş bekletiyorlar. O masumlar ise başını sokabilecekleri ve yaşama mecburiyetinde kaldıkları metruk binaları kendilerine bir barınak seçmek durumda kaldılar.
Dedim ya iş yolu güzergâhımda yola sıfır metruk bina. Çok rast geldiğim ve dikkat kesildiğim kapı önünde üç beşkardeşi trafik yoğunluk içinde oynarken görürümdüm o sabileri.
Terlik içerisinde çıplak ayaklar üstü başı yıpranmış giysili masum görünümleri belki kendi çocukluğumuzu hatırlatıyordu bizlere. Çocuktur, ruhu ve enerjisi harekete dönüşen cennet kokusu meleklerin mutluluğuna hayranlıkla bakıp Rabbimize şükrediyordum. Onların masum gülücükleri bize de ferahlık ve mutluluk veriyordu. Yalnız en büyük korkum ve endişem yoğun trafik tehdidi. Metruk binanın göçme olasılığının yüksek riskli olması içimde her daim rahatsızlığa neden oluyordu.
Metruk bina on yıllar öncesinde kısıtlı imkânlar ve toprak,su ve saman karışımı çamur harçla taşların üst üste yerleştirilmesi, ağaç kirişlerle tavanı oluşturulmuş iki katlı bina.Trafik yoğunluğunun da gün boyu sarstığı binanın sağlamlığı ve korunaklı olmayacağı hepimizin malumu.
İşte bu gece günlerdir vicdanımızı ve zihnimizi kemiren bu korku gerçek olmuştu. ‘’Ateş düştüğü yeri yakar ‘’sözü bu metruk binada kendini gösteriyordu.
Bir yangın ikisi ikiz kardeş üç cennet kokulu melekleri aramazdan aldı. Çöken tavanın altında kalan üç güzel yavrucağın rabbine kavuşma sahnesi.
Rabbimiz merhameti, rahmeti ve bir lütuf olarak yanına aldı melek yavrucakları.
Bu felaket sahil kenarına vuran Aylan bebekle onları güvenliksiz evlerde yaşamak zorunda bırakan insanlığa ders olsa gerek.
İnsanlık batılı vahşi kapitalizmin ceddinin yol açtığı buhranda. Umut hakikat medeniyetinin sahiplerinde. İslâm dünyası ise modern ve konfor içinde kaybolmuşluğun dönemini yaşamakta. Vicdanların katılaştığı ve yok olduğu bir çağ. İnsanlık bireysel ve toplumsal egoist ve seküler bir hayatı sevme çılgınlığında.
Sorumluluk yok, duyarlılık yok. Vicdanların tükendiği, kalplerin, duyguların çürümeye başladığı insanlık. Bana neci kimliksizlerin kümeleştiği bir yaşamda yer kapma yarışında.
Çuvaldızı başkasına batırmadan önce iğneyi kendime batırarak devam ediyorum. Her gün önünden geçen ben!.. İlk başta duyarsız olduğumu düşünüyorum. Bu ihtiyar binanın on yıllarca yaşamışlığında yaşlandığını düşünmeliydim. Binanın, eşyanın da canlılar gibi bir ömrünün olduğunu bilmem gerekiyordu. Yaşlanmış pörsümüş, içten kurumuş, çürümüş ve riskli olduğu alenen ortada. Bu evin acilen boşaltılması için Cimere, Bimere bilgilendirmede bulunmamız vatandaşlık ve insanlık görevimiz olmalıydı.
Seçimde kapı kapı oy devşiren muhtarlar, belediyeler bunu bilmeli ve görmeliydiler. Yönetici, makamda koltuk bekçiliği yapılmamalıydı. Personelle birlikte sahada olmalı, izlemeli tespitler yapmalı ve çözüm sunmalıydılar. İhmalkârlığı gizlemek için edebiyat yapıp güzel bahaneler uydurulmamalıydılar. Duyarsızlık ve ihmalkârlığı kader ve mukadderatla izaha kalkmamalıydık. Elbette kader tedbirden sonra adetullahtandır. Amenna ve saddakna .
‘’Ağlamayı unutan vicdanlarımızı’’ ve ölen insanlığımızı yavuz hırsız misali duyarsızlığımızı bastırma yolu sahtekârlığına havale etmemeliydik. Üç küçük meleği aramızdan alan, ciğerimizi yakan bu ateş. Şimdi düşünme ve tefekkür vakti.Tükenen, ruhsuzlaşan vicdanımızın reçetesi olarak mazlumların ve yetimlerin Rabbine yönelmemize vesile olması için dua..dua... Reçeteyi amelimize yansıtmak olmalı.
Allah huzuruna aldığı üç kız kardeşi melekleriyle cennetin köşesinde misafir etmiştir. Biz oturalım kendi halimize acıyalım ve insanlık vasfımıza dönme çarelerini aramaya başlayalım.
Bu yangın felaketinden çıkarmamız gerekenler!...
Mazlumlar ve yetimler için;
Kalkın lüks konforlu hanelerinizden, çevrenize bakın? Kim aç? Kim üşüyor? Kim hasta? Kimin ihtiyacı var?
Onları sokak sokak, köşe köşe ,bucak bucak arayıp bulmalıyız. Onları şefkat ve merhametle kucaklamalıyız.
‘’Yoksa;
Peygamberimiz (s.a.v) buyruğu.:
“Yanıbaşındaki komşusu açken tok olarak geceleyen kişi (olgun) mü'min değildir.”
Bizim için değil mi?..