Ahmet Kekeç Nuray Mert'e çaktı!
BDP’nin seçim otobüsüne çıkmış, halkı selamlıyor... Hayrola? Bir gazeteci değil miydi bu hanımefendi? Aynı zamanda “bilim”le iştigal etmiyor muydu?
Ahmet Kekeç/ Star
Ne İşin Var O Otobüste
Kimin hangi partiyi desteklediği bizi ilgilendirmiyor.
Parti delegesi de olabilirler, çoraplı ayaklarıyla masaya fırlayıp alkışlı tempo da tutabilirler, Parti Meclisi’ne de girebilirler.
Fıtrat, tıynet, ilke ve süt meselesidir...
Fakat, her ağzını açışta “yandaşlar” diye saydırmayacak.
Edeple kalkışacak...
Haddini ve konumunu bilecek...
Hürriyet’in Tufan Türenç’i “yandaş” sözcüğünü çok severdi mesela... Çok sık da kullanırdı...
CHP üyesi olduğu ortaya çıktı... Bununla da kalmadı, kurultayda Kemal Kılıçdaroğlu’nu alkışlarken yakalandı.
İki kelimesinden biri “yandaş” olan biri daha var...
Hani, liberaller arasında niza çıkarmaya uğraşan arkadaş... Türkiye’de sivil toplum bulunmadığı, sadece “siyasal toplum”un icaplarına göre davranıldığı bilgisinden yoksun olduğu için, iktidara yönelik muhalefetinin, bir sivil toplum muhalefeti olduğunu sanıyor...
Türkiye’de muhalefet yok oysa...
Siyasal pozisyonlar var...
Hem siyasal bir pozisyonu temellük edeceksin, hem bir iktidar programını destekleyeceksin, hem demokratik normale müdahale etmeyi alışkanlık haline getirmiş “siyaset dışı” odakların siyasal bir pozisyon almalarına çanak tutacaksın, hem de bağımsız olduğunu söyleyeceksin...
Bir de “yandaşlar” diye sağa sola çemkireceksin... Utanmayacaksın.
Dün bir fotoğraf düştü ajanslara.
Son derece “açıklayıcı” bir fotoğraf...
Duble yollarla Güneydoğu Anadolu’ya “şiddet” götürüleceğini söyleyen doçent doktor hanımefendi
(ismi Nuray Mert’tir), BDP’nin seçim otobüsüne çıkmış, halkı selamlıyor...
Hayrola?
Bir gazeteci değil miydi bu hanımefendi? Aynı zamanda “bilim”le iştigal etmiyor muydu?
Hadi bindin otobüse. Binilir... Yanında eş başkanlar, müstafi başkanlar ve bölge milletvekilleriyle halka temana çakıyorsun. Çakılır...
Peki, “zafer işareti” de nerden çıktı?
Hanımefendi, kendinden geçmiş bir vaziyette, bir de zılgıtlar ve ıslıklar eşliğinde, zafer işareti yapıyor.
Hadi kalabalıkların icbar ettiği psikolojik haletten çıkamadın... Artık nezaketen, artık taammüden, artık başka türlü davranmak mümkün olmadığı için zafer işareti yaptın...
İyi de, hangi sıfatla otobüsün tepesindesin?
Hangi kimliğinle?
Hangi hususiyetinle?
Kendini “Kürt siyasetinin bekasına” adayabilirsin, açıkça BDP’yi destekleyebilirsin, yükselen “Kürt ulusalcılığını” kendi ulusalcığınla telif edebilirsin ve bunda bir tehlike vehmetmeyebilirsin...
İstersen “zımni” yandaşlığı “organik” yandaşlığa da dönüştürebilirsin...
Hepsi mümkün ve meşru...
O zaman “açık kimliğinle” kalkışacaksın yazılarına ve insanlar da anlayacaklar, hangi pozisyonu temellük ettiğini... Ya da gazete yazarlığını bırakıp, siyasete duhul edeceksin, “siyaset yapıcı” rolüne bürüneceksin...
Fakat, bir dakika...
Kendisini Kürt siyasetinin bekasına adamış bu hanımefendi, daha bir yıl öncesine kadar Kürt açılımını “ti”ye almıyor muydu? “Kürt meselesini halledelim” diyenlere, “Kürt sorununu çözelim derken, bir Türk sorunu yaratmayalım” diye şarlamıyor muydu? Böyle dediği için de Ertuğrul Özkök’ten “aferin” almıyor muydu?
Nasıl oldu bu geçiş, bu dönüşüm, bu başkalaşım?
Bilelim...
Kendisi de bir karara varsın bu arada:
Kürt meselesini çözelim mi, çözmeyelim mi?