AKP mitingine katılmak isteyene dayak !

AKP mitingine katılmak isteyene dayak !

PKK'lılar ve onların siyasi uzantıları kenti boşaltmışlardı. Halk, gece zorla evlerinden çıkarılıp götürüldü. Miting için gelenleri döve döve geri gönderdiler...

Erdal Şafak/ Sabah

Kanım üşüdü

Aradan üç gün geçti ama hâlâ etkisinden kurtulamadım. Hala gördüklerim gözümün önüne geldikçe hem sinirlerim, hem de moralim bozuluyor.

Konumuz: Geçen cuma ve cumartesi günleri Başbakan Erdoğan'la yaptığımız Doğu ve Güneydoğu gezisinin üçüncü durağında yaşadıklarımız.

Gezinin ilk günü Kars ve Van mitinglerini izledik ve Van'da Polisevi'nde geceledik.
Ertesi sabah Erdoğan, ekibi ve biz 6 gazeteci 3 polis helikopteriyle Van'dan Hakkâri'ye geçtik. Sarp dağları aşarak, derin vadilerden süzülerek. Emniyet yetkilileri, Van-Hakkâri karayoluna paralel olan güzergâhımızın bölgedeki "Tek güvenli koridor" olduğunu fısıldadılar.

Helikopterler Hakkâri'ye indi. Bir kamu kurumunun bahçesine. Güvenlik görevlileri eşliğinde otobüslere bindik. Erdoğan önce valiliği ziyaret edecek, oradan da miting alanına geçecek.

Helikopterlerin indiği bahçe ile valiliğin arası bir kilometre ya var ya yok. Yol boyunca çevreyi seyrettim.

Bomboş caddeler, sokaklar...
Evlerin sıkı sıkıya örtülü perdeleri...
Perdelerin arkasında ne bir insan, ne bir gölge...
Benzin istasyonundan fırınına, bakkalından kasabına kadar hepsi ama hepsi kapalı dükkânlar. Ya da kapatılmış kepenkler. Erdoğan'ın vurgusuyla "Kapattırılmış" kepenkler.

Yine yollarda, sokaklarda ne bir otomobil, ne bir otobüs, ne bir kamyon. Kapatılmış kontaklar. Yine Erdoğan'ın düzeltmesiyle "Kapattırılmış" kontaklar.
Tam bir hayalet şehir.

Güvenlik görevlilerine sordum: "Nerede bu insanlar?"
Cevaplarını duyunca kanımın üşüdüğünü hissettim: "Gece zorla evlerinden çıkarılıp götürüldüler."

PKK'lılar ve onların siyasi uzantıları koca kenti boşaltmışlardı.
İlçelerden, köylerden, mezralardan mitinge katılmak için Hakkâri'ye gelmeye kalkanları da döve döve geri göndermişlerdi.

Bize "Bir düşman diyarına girdiniz" mesajını vermek istiyorlardı.
Bizi halka "İşgalci" olarak göstermeye çalışıyorlardı.

Düşündüm: Sadece iradesi değil hayatı da gaspedilmiş bu insanların seçim sandığında özgürce tercihte bulunmaları mümkün mü? Özgür olmayan iradelerin oylarıyla seçilenlerin milletvekillikleri meşru kabul edilebilir mi?

Miting sonrası sohbet ettiğimiz Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker düzeltti: "Sadece dirilerin değil, ölülelerin bile iradelerini gaspettiler."

"Nasıl" diye sordum. Anlattı: "Seçimde diyelim ki bir sandıkta 200 seçmen kayıtlı. Bunların 100'ü oyunu kullanıyor. Akşama doğru sandık kurulu başkanı odayı kapatıyor, oyunu kullanmayanların yerine pusulaları mühürleyip sandığa dolduruyor. Geçen yerel seçimlerde Diyarbakır'ın bir ilçesinde 57 oy farkla başkanlığı kaybettik. Tutanakları getirttim, incelettim. Hastanedekilerin, yatalakların, kötürümlerin yerine oy kullanılmış. Dahası mezardakilere de oy kullandırılmış. En az 55 ölünün sandığa gittiğini tespit ettim! Sonuçlara itiraz ettim. İşleme bile koymadılar!"

Bir ayrıntı daha aklımı kurcaladı: Hakkâri'de 10 bini aşkın geçici köy korucusu devletten maaş alıyor. O gün Hakkâri'de kaçı vardı dersiniz? Sadece biri.

Çünkü onlar da iradeleri gaspedilerek PKK ve siyasi uzantılarının safına geçmişlerdi. En azından onların talimatlarının, tehditlerinin, şantajlarının dışına çıkamıyorlardı.
Geçici köy koruculuğu sistemini masaya yatırma zamanı geldi galiba.

Hakkâri'den yine helikopterlerle, yine aynı güvenli koridordan geçerek Van'a dönerken kanım hâlâ üşüyordu. Bugün de üşüyor.