Ali Kırca'ya servis edilen bantlar
28 Şubat'ın medya patronu Dinç Bilgin'e çok özel sorular...
Neşe Düzel/Taraf
Bu Ülkede Basin Hükümet de Kurdu
Askeri elestiremiyorduk ama siyasilerle kavga ediyorduk. Basin öyle güçlendi ki, hükümet pazarliklari yapti. Bakan atadi. O dönemde basin askerle ittifak kurmustu.
Erol Bey, Asil Nadir’e, “Beni de satin al. Ama benim fiyatim 12 sifirli” dedi. Sonra Basbakan’a döndü, “Sen de aracilik yap. Seçime gidiyorsun. Para lazim olur” dedi.
ATV‘ye bantlar geliyordu. Ve Ali Kirca ekrana çikiyor, birdenbire ses tonunu degistiriyordu. Ekrandan saçma sapan yazilar akiyordu. Ben bunlara karsiydim.
NEDEN: DINÇ BILGIN Basbakan Tayyip Erdogan’in gazete patronlarina seslenerek, ‘yazarlarina karismalarini, gerekirse islerine son vermelerini’ istemesi her kesimde saskinlikla ve tepkiyle karsilandi. Hem demokrasi istedigini söyleyip hem de yazarlarin emirle yazi yazabilecegini düsünmesi Basbakan’la ilgili kusku uyandiran bir çeliskiydi dogrusu. Bu çeliski, ayni zamanda, siyasetçigazete patronu iliskilerinin bu ülkede nasil olduguna, kapali kapilar ardinda neler yasandigina dair de soru isaretleri yaratti. Bu iliskileri çok iyi bilen, bizzat yasayan ve yapilan hatalari görüp degerlendirecek bir olgunluga erisen Dinç Bilgin’e medyanin bu ülkedeki güç odaklariyla iliskilerini sorduk. Medya patronlariyla siyasetçilerin, generallerin iliskilerini, medya patronlarinin aslinda kimlerden çekindigini, çekinmelerinin nedenlerini, 28 Subat’ta medyanin rolünü, gazetelere yapilan servisleri, Türkiye’de medyanin gücünü, hükümetlerle is iliskilerini, Türkiye’de gazeteciligin degisip degismedigini, önümüzdeki dönemin gazetelerinin nasil gazeteler olacagini, kendisinin nasil bir gazete çikaracagini, medya patronlarinin genel yayin yönetmenleriyle iliskilerini, bir patronun hangi sartlarda gazetesinin genel yayin yönetmenini ve yazarlarini degistirdigini konustuk. Bütün bunlari, Sabah Grubu’nun patronu oldugu dönemde bizzat yasadigi olaylardan örnekler aktararak anlatti Dinç Bilgin.
NESE DÜZEL: Basbakan geçenlerde gazete patronlarina seslenen tuhaf bir konusma yapti. Gazete patronlarina, yazarlarina neler yazmalari gerektigini söylemelerini, laf dinlemeyenleri de isten atmalarini ögütledi. Basbakanlarla gazete patronlarinin iliskileri nasildir? Erdogan’in açikça yaptigi bu tür yönlendirmeleri yapar mi bizde hep basbakanlar?
DINÇ BILGIN:Türkiye’deki bütün basbakanlarin, gazetelerden, gazete sahiplerinden ve gazete yazarlarindan sikâyetleri olmustur. Bu sikâyetler, yönlendirmeler yeni degil. Yeni olan, simdiki basbakanin çok daha açik sözlü olmasi. Sikâyetini açikça söylüyor. Gazete sahiplerini dükkân sahibine, yazarlari da tezgâhtara benzetmesi biraz agir kaçiyor ama pek de haksiz degil. Maalesef bu sözlerinde gerçek payi var.
Siz Sabah’in patronuyken, basbakanlarla yazarlar konusunda görüstünüz mü hiç?
Hayir. Sadece rahmetli Özal, Güngör Mengi’yi sevmezdi. Bunu ima ederdi, böyle bir takintisi vardi. Ama Turgut Bey bana hiçbir zaman Güngör Mengi’ye yazi yazdirma diye bir sey söylemedi.
Ya Demirel? O kimi sevmezdi?
En usta politikaci o oldugu için, sevmedigini belli etmezdi. Size bir anekdot anlatayim. Eskiden gazete patronlarinin en büyük problemi kâgit ithalatiydi. Hükümetler, ara sira kâgida fon koyarlar, gümrük vergilerini yükseltirlerdi. Bu yüzden Gazete Sahipleri Sendikasi olarak bizler de sik sik basbakanlarla konusmaya Ankara’ya giderdik. Bir defasinda, Aydin Dogan sendika baskani, ben de yardimcisi olarak, gene Ankara’ya gittik. Ben bir seyi tuttururum ve devamli söylerim.
O dönemde ne söylüyordunuz?
O sirada da, “Gazete sahipleri basbakanlarla memleket meselelerini konusabilirler ama asla akçeli isler konusmamalilar” diye bir laf tutturmustum. O ziyarette, bunu Süleyman Bey’e de söyledim.
Demirel ne cevap verdi?
Sirtima söyle bir vurdu, “Dinç, akçeli konularda müzakere etmek için sen bu kapidan daha çoook gireceksin” dedi. Hakli da çikti. Ben sadece gazete sahibi olarak kalamadim. Gazetecilik disinda islere de girdim. Oysa, “gazete sahipleri basbakanlarla akçeli isler konusmamalilar” diyebilmek için benim siyasetçi karsisinda güçlü olmam ve sadece gazetecilik yapmam lazimdi.
“Basbakanlar uyarmadi” dediniz. Yazarlar konusunda sizi uyaran siyasetçiler oldu mu?
Hayir. Siyasiler bize degil, biz siyasilere karsi babalaniyorduk, onlarla ters düsebiliyorduk. Devlete ise asla karsi gelemiyorduk.
Niye?
Gazetecilik disinda bir isiniz yoksa hükümetleri rahatça elestirebilirdiniz, onlarla kavga da edebilirdiniz. Ama asker agirlikli bürokrasiyi elestirmek kolay is degildi. Mesela Hincal orduevleriyle ilgili bir sey yazdiginda Genelkurmay’dan telefon gelirdi ama... Siyasetçilerle ilgili bir sey yazildiginda onlardan bir uyari gelmezdi. Basina karismak istemediklerinden degil, karisacak güçleri olmadigindan bu böyleydi. Hatta benim o günlerde, asker, yargi ve basindan olusan ‘üç ayakli güç dengesi’ diye bir teorim vardi. Ülkede gerçek güçler bunlardi. Hükümetler ise öyle arada oyun oynayan unsurlardi.
Sistem gerçekten böyle mi çalisiyordu?
Basin mali olarak güçlenince, sistem böyle oldu. Söyle anlatayim. 1960’lara kadar basinin en büyük geliri kamudan gelen resmî ilanlardi. Daha sonra ortaya büyük tirajli gazeteler çikti. Türkiye ekonomisi büyüdükçe gazetelerin özel ilanlari artti ve basin, hükümetlerin etkisinden kurtuldu. Böylece basin, ‘büyük basin’ oldu. Demokratik bir ülkede olmasi gerekenden çok daha güçlü bir yere oturdu. Neredeyse dördüncü güç olup, hükümet devirecek, bakan degistirecek güce ulasti.
Basin hükümet de kurdu degil mi?
Evet, bakan tayin etti. Bir ara basin o kadar güçlü hale geldi ki, kimin hükümete girecegi kimin girmeyecegi pazarliklarini yapar oldu.
Basin basbakan tayin etti mi hiç?
28 Subat’a bakarsaniz, sonuçta o da oldu. Hürriyet Grubu ile bizim Sabah Grubu arasinda büyük rekabet vardi. Promosyon kavgasi yasaniyordu. Tencereler, ansiklopediler dagitiliyordu. Onlarin tenceresi, bizim tencere, onlarin televizyonu bizim televizyon derken onlarin basbakani bizim basbakana kadar vardi is. Hürriyet Mesut Yilmaz’a, biz Tansu Çiller’e destek verdik.
Kim kazandi?
Sonuçta onlar kazandi. Ama o arada da basinda büyük bir çürüme basladi. Basindaki bozulma kontrol edilemez hal almisti.
28 Subat darbesiyle Mesut Yilmaz basbakan oldu. 28 Subat’i Sabah Grubu da destekledi. Basindaki çürümeyi niye durdurmadiniz? Yoksa farkinda mi degildiniz?
Farkinda olmamak mümkün degildi. Ama bir yanda konformizm, bir yanda gücün sehveti vardi. Medya o dönemde, bu ülkede hiç olmadigi kadar güçlü oldu. Hem asker güçlendi, hem medya. Hükümetler ise çok zayifti. Medya o dönemde askerle ve yargiyla ittifak yapti. Bu ittifak, hükümetler karsisinda basina sahip olmamasi gereken bir gücü verdi. Su da var tabii... Bugün görüyoruz ki, manipülasyonlar da dogrusu ustaca yapilmis. 27 Mayis, 12 Mart, 12 Eylül gibi 28 Subat da bir darbe süreciydi. Bir de o sirada farkli bir dünyada yasiyorduk. Islami akimlara son derece ters bakiyorduk.
Sabah Grubu’ndaki tek tek yazarlarin karsi çiktigi gibi Türkiye’de medya 28 Subat darbesine karsi çikamaz miydi? 28 Subat döneminde siz patrondunuz. Medya karsi çiksaydi, bu ülkede darbe yapilabilir miydi?
Medya 28 Subat’ta karsi çikabilirdi ama çok zordu bu. Basina 50 tane bela gelebilirdi. Tehditler vardi. Siyasi cinayetleri biliyorsunuz. ATV’ye bantlar geliyordu. Bizim Ali Kirca ekrana çikiyor, birden ses tonunu degistiriyordu. Ve fonda saçma sapan yazilar ekrandan akiyordu. Ben bunlara siddetle karsiydim ve karsi oldugumu da söylüyordum, bunun kavgasini yapiyordum ama... Bir süre sonra gazete sahibi olarak, Sabah Grubu’nun bir numarasi olarak benim de pek fazla gücüm olmamaya basladi. Gücümü kaybettim, sözüm geçmemeye basladi. Bir baska güç odagi geldi gazeteye hâkim oldu sanki. Ayrica...
Evet...
Izmir’de Yeni Asir son derece demokrat, liberal ve Batili bir gazeteydi. Ben, Sabah’i Istanbul’a tepeden inme empoze ettim. Sabah’i çikaran ekibin çogu sol gelenekten geliyordu. O tarihte bizim Türkiye’deki sol gelenek de daha çok devletçi, ulusalci, yabanci düsmaniydi.
Siz hangi görüsteydiniz?
Ben ise Özal’a hayrandim. Ben kendimi demokrat farz ediyordum. Baska bir gazete yapmak, ülkenin yükselen degerlerine destek olmak istiyordum. Ama Istanbul’da buldugum kadro buydu. Bazi arkadaslari ikna ettim ama... Benim Izmir’den getirdigim demokrat liberal genler onlarda yoktu. Maalesef 28 Subat döneminde eski hastaliklari uyandi. Simdi bunlari söyleyip bütün kabahati onlara yüklüyor degilim. Ben sütten çikmis ak kasik degilim... Zaman içinde çok degistim tabii. Simdi eskisine göre çok daha demokratim. Eskiden kendimi demokrat farz ediyordum.
Askerî vesayete karsi çikmadan, 28 Subat’a karsi durmadan kendinizi nasil demokrat farz edebiliyordunuz?
O tarihte norm oydu. Askere karsi çikilmiyordu ve karsi çikmak düsünülmüyordu bile. Türkiye’de birçok milat vardir. Bu milatlardan biri de Taraf’in yayin hayatina baslamasidir. Taraf Türkiye’de pek çok seyi degistirdi. Mesela Türkiye’nin insaf ölçülerini degistirdi. Bugün Taraf ’ta Nabi Yagci’yi zevkle okuyorsunuz. Adam, komünist olarak yillarca Türkiye’nin en mahsurlu adami sayilmis. Basinin da katkisiyla, degerlerini yazik etmis bir ülke burasi. Bu, beni üzüyor simdi.
Askerlerden size hiç yazarlarla ilgili uyari geldi mi?
Evet geldi. Türkiye 28 Subat sürecinde çok sevimsiz günler geçirdi. Çevik Bir’le yardimcisi Erol Özkasnak’in Genelkurmay davetleri basladi. Ben birkaçina gittim. Bir defasinda Erol Özkasnak’in elinde ‘Dinç basini’ diye bir liste vardi. Bu listede yazarlari klasifiye edip degerlendirmisti.
Sizden begenmedikleri yazarlari atmanizi mi istediler?
O kadar açik söylemediler ama... O tarihte Sabah Grubu’nda en çok kizdiklari yazar Çetin Altan’di. Bunlar, yazarlarin yazilarini kesip, üst kademede dolasima sokuyorlardi. Bu yazilarin altina, yanina çiktilar yapip, “Bu yazar sunu yaziyor, böyle demek istiyor” diye notlar düsüyorlardi. Hatta ben, “Siz gazeteyi böyle mi okursunuz? Gazete böyle okunmaz ki. Gazete söyle arkaniza yaslanip keyifle okunan bir seydir” dedim.
O dönemde generallerle iliskileriniz nasildi?
Öyle tanisikliklarim yoktu. Çünkü ben öyle Ankara’ya gidip gelen bir gazete sahibi degildim. Genelkurmay’dan bize “su tarihte gel” diye davetler oldu. Böyle dörtbes defa bazen genel yayin müdürüyle, bazen oglumla, bazen de tek basima Genelkurmay’a gittim.
Yayin politikalarinizdan dolayi hiç size karismak istedikleri oldu mu?
Surasi açik. Basini etkileme niyetleri elbette vardi. Ama ne istediklerini açikça belirtmiyorlardi da, nelerden hoslanip nelerden hoslanmadiklarini söylüyorlardi. Bu arada güzel bir yemek yedirip bizi gönderiyorlardi. Kafalarina taktiklari sey irtica ve bölünme tehdidiydi. Bir de itiraf etmeliyim, benim o tarihte anlayisim biraz kitti. Genelkurmay’a gittigimizde, onlara, “Askerlerin askerî konularda konusmalari lazim. Siyasete katilmamalari lazim” diye abuk sabuk laflar da ediyordum.
Generallerden sert sözler duydunuz mu?
Hayir, kibardilar. Tek duydugum sert sey, 12 Eylül’de oldu. 12 Eylül sonrasinda, gazete sahipleri olarak Çankaya’ya Evren Pasa’nin huzuruna çagirildik. Konsey üyeleri de oradaydi. Kara Kuvvetleri pasasiyla, Jandarma pasasi, rahmetli Nadir Nadi’yi çok fena hasladilar herkesin önünde. Dehsete düsmüstüm. Yasli adama, tehditvârî çok sert laflar ettiler. Zaten hemen sonra da Cumhuriyet’i kapattilar.
Peki, gazetenizin yöneticileri, generallerden sert sözler ve uyarilar duydular mi?
Yazarlarla ilgili mutlaka uyarilar gelmistir ama gazete yöneticilerine sert sözler edildigini zannetmiyorum. Dogrusu su ki, Sabah, onlara ters gelen bir yayin yapacak bir gazete degildi. Andiç sirasinda Türkiye’de degildim. Cengiz Çandar bir yaziyla cevap vermek istemis. Isin basindaki kisi yazisini koymamis. Cengiz benim sahsi dostumdu. Bu çok çok üzüldügüm bir seydir. Biz maalesef o tarihlerde örnek olabilecek bir demokrasi mücadelesi vermedik. Tam tersine davrandik.
Siyasetçilerden hiç tehdit aldiniz mi?
Hayir. Gazete disinda isi olmayan medya, siyasetçilerden çekinmezdi. Sadece askerî bürokrasiden çekinirdi. Simdi ise hem askerden hem de siyasetçiden çekiniyorlar. Çünkü tek parti iktidari nedeniyle simdi siyasetçiler bir miktar daha güçlü. Benim uzun yillar gazete disinda bir isim yoktu. Dolayisiyla ben siyasetçilerden çekinmezdim. Ama büyük sanayi ve mali sirketleri olan medya patronlari siyasetçilerden mutlaka çekinirlerdi.
Bir basbakan gazete patronuna kizdiginda onu cezalandirabilir mi?
Tabii. Gene bir anekdotla cevap vereyim. Erol Simavi Hürriyet’in sahibiydi. Turgut Bey tarafindan Istanbul’da orduevine davet edildik. Sohbet iyi basladi ama sonra üçüncü gazete sahibi olarak Asil Nadir de geldi. O gelince tuhaf bir hava oldu. Erol Bey’le Asil Nadir arasinda, Turgut Bey’le Semra Hanim’in önünde bir atisma basladi. Ben, Erol Bey’in yaninda oturuyordum. Onu biraz tahrik ettim ama sonra ben de korktum ve sesimi kestim.
Niye korktunuz?
Erol Bey biraz içkiliydi ve Asil Nadir’in basindaki büyük transferlerinden bahsediyordu. Ona, Hürriyet’i kastederek, “Beni de al. Ama benim fiyatim 12 sifirli” dedi. Sonra Basbakan’a döndü, “Sen de aracilik yap. Yakinda seçime gidiyorsun. Sana para lazim olur” dedi.
Turgut Bey’e “Sen de komisyonunu al” diyor...
Ben korktum. Erol Bey’i asansöre çektim. “Bizi burada tutuklayacaklar” dedim. Turgut Bey hiçbir sey söylemedi ve neyse gece bitti ve biz beraber çiktik. Ertesi sabah benim gene Erol Simavi’yle isim vardi. Cenajans’ta Nail Keçeli’nin bürosunda bulustuk. Tam konusmaya baslayacagiz, saat dokuzu çeyrek geçe sekreterim aradi. “Basbakan sizinle konusmak istiyor” dedi. Turgut Bey, “Dinç neydi o halin. Neydi o terbiyesizlik” dedi ve ben Sayin Basbakanim diye araya girdikçe bana da bagirmaya basladi ve Erol Bey’e demedigini birakmadi.
Sonra ne oldu?
Aradan 20-25 dakika geçti ki, gazeteden telefonla haber verdiler. Kâgit ithaline yüzde 10 fon konulmus. Böyle bir ceza vermisti Turgut Bey. Ben ona bayilirdim. Çok tontondu. Hiddetini de siddetini de severdim. Simdiki basbakanda da o hali seziyorum. Sinirlenebiliyor. Onun da insani reaksiyonlari var. Süleyman Bey, kiziyor mu kizmiyor mu belli degildi.
Sizin siyasetçiye bakisiniz nasildi o dönemde?
Bir defasinda, “Tiyatronun sahibi biziz. Siz sonuçta aktörlersiniz. Siz, gelir ve gidersiniz” gibisinden küstah laflar ettigimi hatirliyorum.
Bunu kime söylediniz ve ne cevap aldiniz?
Mesut Yilmaz’a söylemistim. Sonra da hesabimi gördüler zaten.
Medya, gelismis dünyada bizdeki gibi midir?
Medya orada da çok büyük güç, ama onlar, güçlü olduklari kadar da kamuoyuna karsi sorumlular. Bati’daki gazete sahiplerinin, ellerindeki gücü kötüye kullanmak akillarindan geçmiyor. Ayrica onlar medya disinda bir is de yapmiyorlar. Sadece medya isi yapiyorlar. Yoksa, baska ise karistiklarinda onlarda da bozulma, çürüme basliyor. Mesela medya patronu Murdock... Medya disinda is yapmasa da kötü bir örnek olusturuyor. Çünkü dünya çapinda, degisik ülkelerde ve farkli rejimlerde medya yatirimlari yapiyor ve oralardaki hükümetlerle iyi geçinmek zorunda kaliyor.
Türkiye’de bir gazete, sadece gazetecilik yaparak ayakta kalabilir mi?
Kalabilir. Bizim aile, gazeteciligin disinda hiçbir is yapmamisti. Ben Yeni Asir’dan çok iyi paralar kazandim. O paralarla Istanbul’a gelip Sabah’i çikardim. Sadece gazetecilik yaparak Türkiye’nin en fazla vergi veren ilk elli sirketi arasina girdi Sabah. Ama 1995’ten sonra Türkiye’de neredeyse bir ganimet paylasimi yasanmaya basladi.
Tam ne yasandi?
Diyelim ki enerji dagitim ihalesi verilecek. Birini Ihlas, birini Erol Aksoy’un Show TV’si, birini de bir baska medya kurulusu aliyordu. Türkiye’de durum böyle garip bir hale gelmisti. Bizim gazetenin yöneticileri, o paylasimdan pay almamaktan rahatsizlardi. Habire, “Patron su isi yapalim, bu isi yapalim” diyorlardi. Ben epey direndim. 1995-97 yillardi arasinda ekonominin sekli degisti ve her medya kurulusunun bir tane bankasi oldu.
Sonuç ne oldu?
Sabah’in hükümetlerle parasal iliskilere girme hikâyesi iste o dönemde basladi. Banka sahibi oldugunuz zaman ister istemez parasal iliskileriniz oluyor ve özgürlügünüz kalmiyor. Zaten bizde de gazetecilik öyle bitti.