Doç. Dr. Murat Kayacan
A‘râf suresi bağlamında tevhid ve adalet mücadelesi: Hz. Şuayb örneği -2-
Önceki yazımızda A‘râf suresi bağlamında Hz. Şuayb kıssasının ilk üç ayetinde[1] Hz. Şuayb’ın Medyenlilere merhametli davrandığına, tevhide ve ekonomik açıdan hakkaniyete çağırdığına, onları ıslah edip fesattan alıkoyma gayreti güttüğüne, Medyenlilerin gerek şehir içinde gerekse şehir dışında insanlara zulmettiklerine, Hz. Şuayb’ın İslâm’a davetiyle toplumun inananlar ve inanmayanlar şeklinde ikiye ayrıldığına dikkat çekmiştik. Bu yazıda söz konusu bağlamda[2] geriye kalan altı ayet[3] ele alınacak ve şu sorulara yanıt aranacaktır: Hz. Şuayb ve inananlar, ileri gelenlerden ne tür tehditler almıştır? Hz. Şuayb’ın tepkisi ne olmuştur? İleri gelenler, müminleri doğrudan tehdit etmiş midir? İnkârcıların yaptıkları yanlarına kâr kalmış mıdır? İnkârcıların ilâhî ceza görmeleri karşısında Hz. Şuayb’ın değerlendirmesi nasıl olmuştur?
Düşünsel olarak Hz. Şuayb’a nitelikli bir karşı tez getiremeyen kibirli ileri gelenler, tehdide başvurmaktadır: “Kavminin büyüklük taslayan ileri gelenleri dediler ki: ‘Ey Şuayb! Ya seni ve seninle birlikte iman edenleri kasabamızdan çıkaracağız ya da dinimize döneceksiniz.’ O da şöyle dedi: İstemesek de mi?” (el-A‘râf 7/88). Tehdidin ilki Müslümanım diyenlerin sürgün edilmesini yani yurtlarından çıkarılması, ikincisi de kalacaklarsa İslâm’dan vazgeçmeleri şartını içermektedir. İnkârcıların “ya da dinimize döneceksiniz” sözünün orijinalinden yola çıkarak İslâm’dan döndürme konusunda kararlılık sahibi oldukları ya da o imajı verdikleri söylenebilir. Müslümanlar sürgün edilirse dünya malını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalırlar. Böyle bir kayıp, dünya hayatının kendisi gibi geçicidir. Bununla birlikte dinden dönerlerse kayıp daha büyük olur, ahiret elden gider.
İslâm büyük bir nimettir. İnkâr bu nimete nankörlüktür. Hz. Şuayb ve inananlar şükredenlerden olmakta kararlıdır: “Allah bizi ondan kurtardıktan sonra sizin dininize dönersek Allah'a iftirada bulunmuş oluruz. Rabbimiz Allah dilemedikçe de zaten sizin dininize dönmemiz söz konusu olamaz. Rabbimiz ilmiyle her şeyi kuşatmıştır. Biz Allah'a güvendik. Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında hak ile hükmet. Sen hükmedenlerin en hayırlısısın.” (el-A‘râf 7/89). Hz. Şuayb’ın İslâm’dan çıkma durumunda “Allah'a iftirada bulunmuş oluruz.” demesi, “Allah’ın çocuğu, ortakları olduğunu, batıl yolunuzu hak yola tercih ettiğimizi söylemiş oluruz.” anlamındadır. “Allah dilemedikçe de zaten sizin dininize dönmemiz” ifadesi, her şeyin Allah’ın kontrolünde olduğunu, İslâm’ı bırakmalarının imkânsızlığını ifade eder. Yoksa kastedilen şey, Allah’ın inkârı dileme ihtimali bulunduğu anlamında değildir. İnsanların inkârını dileyen, şeytan ve onun dostlarıdır. Tehcir ve dinden döndürme tehditleri karşısında müminlerin, “Biz Allah'a güvendik.” demeleri, tehdit öncesi ve sırasında Allah’a tevekkül etmedikleri şeklinde düşünülmemelidir; çünkü bela öncesinde de bela sırasında da bela sonrasında da Allah’a dayanmak gerekir.
Medyen toplumunun önde gelenleri, İslâm’dan uzaklaştırma faaliyetlerinde Şuayb’tan ayrı olarak inananları doğrudan da muhatap almaktadır: “Kavminin inkâr eden ileri gelenleri dediler ki: Eğer Şuayb'a uyarsanız o zaman zarara uğrayanlardan olursunuz.” (el-A‘râf 7/90). İnkârcı ileri gelenler, yine vurgulu ifadelerle inananları tehdit etmektedir. Onlara göre Allah’ın tek ilâh oluşunu kabul etmek, peygamberin izinden gitmek, ölçüde ve tartıda hile yapmamak inananlara kayıp getirecektir. Hâlbuki kaybedenler inkârcıların kendisi oldu: “Bunun üzerine onları kuvvetli bir sarsıntı yakaladı ve yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar.” (el-A‘râf 7/91). Şirk ve adaletsizlik deprem felaketiyle cezalandırıldı.[4]
Müminleri tehdit edip duran inkârcılar sadece ahiretlerini değil, dünyalarını da kaybetti: “Şuayb'ı yalanlayanlar sanki orada hiç yaşamamış gibi oldu. Asıl zarara uğrayanlar Şuayb'ı yalanlayanlar oldu.” (el-A‘râf 7/92). Ayette iki tane isim cümlesi kullanılmış olması,[5] inkârcıların kayıplarının büyük olduğunu kuvvetli bir biçimde belirtmek içindir. Tehdit edip durdukları müminler dünyada kurtuldukları gibi inkârı seçmedikleri için ahireti de kazandılar.
Medyen toplumu helak oldu. Bunun ardından sağ kalan müminler ibret alsın diye Hz. Şuayb birtakım sözler sarf etti: “(Şuayb da) onlardan yüz çevirip şöyle dedi: Ey kavmim! Ben size Rabbimin bildirdiklerini ulaştırdım ve size öğüt verdim. Artık inkârcılar topluluğuna nasıl üzülürüm?" (el-A‘râf 7/93). Ayette inkâr suçu işledikleri için cezalandırılıp ölmüş olan kimselere Hz. Şuayb’ın hitabı yer almaktaysa da ölülerin onu duyduğundan söz edilmemektedir. Zaten ölüler işitmez. Peygamberin amacı, sağ kalanların ibret alıp şükretmeyi sürdürmeleridir. Hz. Şuayb, Medyen toplumu doğru yolu bulsun diye elinden geleni yapmış ama onlar imanı değil, inkârı seçmiştir. Bu nedenle onların akıbetine üzülecek bir şey yoktur.
Görüldüğü gibi A‘râf suresi bağlamında Hz. Şuayb kıssasının bu yazıda ele alınan altı ayetinde Hz. Şuayb’ın ve inananların din değiştirmeye zorlandığına, inananların ise kararlılık gösterip bunun imkânsızlığını belirtip Allah’a sığındıklarına, inkârcıların inananları Hz. Şuayb’ın etrafından koparmaya çalıştıklarına, bu şerli faaliyetlerinin büyük bir kayıpla sonuçlandığına ve o inkârcılar sağken Hz. Şuayb’ın gerekli uyarıları yaptığından onların kötü akıbetine üzülmediğine işaret edilmektedir.
[1] el-A‘râf 7/85-87.
[2] el-A‘râf 7/85-93.
[3] el-A‘râf 7/88-93.
[4] Deprem vb. felaketler kimi için azap kimi için ecel, sağ kalanlar için sınav ve olayı duyanlara da ibrettir.
[5] Birinci isim cümlesi: Elleżîne keżżebû şu`ayben keen lem yaġnev fîhâ.
İkinci isim cümlesi: Elleżîne keżżebû şu`ayben kânû humu-l-ḣâsirîn.