Ardıç, Kılıçdaroğlu'na fena çaktı

Ardıç, Kılıçdaroğlu'na fena çaktı

"Kılıçdaroğlu dedikleri adam Alevi oylarının kaçmaması için "iyi sıhhatte olsunlar" tarafından bulunmuş ve zorla koltuğa oturtulmuş bir "çakma başkan", o kadar"

Engin Ardıç / Sabah

Lüzumsuz adam

Hiç korkmasınlar, zil takıp oynayacak değilim. Üstlerine çıkıp tepinmeyeceğim. Bu yazının başlığının "Düdük makarnaları, beni hatırladınız mı?" olacağını aylar öncesinden söylemiştim, aha sözümden döndüm. Onlara acıdım.
Sözkonusu kişileri, zavallılıklarıya başbaşa bırakıyorum.
Şimdi kimisi zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışıyor (huylarıdır), kimisi hiçbir şey olmamış havasında kuyruğu dik tutma derdinde (sanki kaç yıldır başka bir şey yapıyorlar), kimisi günah keçisi arıyor, kimisi işinden kovulma korkusunda, kimisi hep yaptığı gibi gene CHP'yi "kurtarmaya" çalışıyor.
Kurtaramazlar.
Burada "elini atsa sakalını bulamayan derbeder, kendine hayırı olmayan gariban, becerip de kendi oyunu kullanamayan zavallı mı halktan oy isteyecek" edebiyatını Internet geyikçisi gençlere bırakalım... Biz gülmekten yorulduk, çenemize ağrı girdi, isteyen doya doya sürdürsün.
"Yirmi birinci yüzyılda CHP'ye gerek var mı?" sorusunu sormaya kimse cesaret edemiyor!
Efendim işte demokratik açıdan güçlü muhalefet lazım, falan filan...
Bu partinin niçin "şöyle doğru dürüst bir lider" bulup çıkaramadığından yakınıyorlar. Aynı endişe, CHP'nin "kan kardeşi" MHP çevrelerinde de var, "nerede şöyle Türkeş gibi bir başbuğ" yakınmaları...
Çıkmaz, çıkamaz.
Çünkü böyle bir "ihtiyaç" yoktur toplumda.
1919 yılında bir kurtarıcıya ihtiyaç olduğu için toplum bir önder doğurmuştur.
Yetmişli yıllarda ülkeyi "12 Mart havasından çıkaracak" bir politikacıya ihtiyaç duyulduğu için Ecevit öne çıkmıştır. (Bir çuval inciri berbat etmiştir, o ayrı.)
Türkiye, şimdi ve bundan böyle Bayar-Menderes-Demirel-Özal çizgisinde yürümek istiyor. Bürokrasi tarafından yönetilmek istemiyor. "Başında memur" istemiyor yani. (Laf aramızda, hiçbir zaman da istememişti, berikiler de hep "sopayla" geldiler.)
Onları da, Osman Ulagay'ın deyimiyle "aşacak" bir öndere ihtiyacı vardı, buldu.
Bürokrasi kuyrukçularından "Erdoğan'ı da aşacak" bir lider çıkmaz, çıkamaz. Ulagay boş konuşmaktadır.
Ne Kılıçdaroğlu, ne Baykaloğlu, ne onun bunun oğlu kurtarabilir CHP'yi... Ne Mustafa Sarıgül, ne Mahsun Kırmızıgül, ne Yılmaz Morgül... (Kılıçdaroğlu dedikleri adam da, alt tarafı, Alevi oylarının kaçmaması için "iyi sıhhatte olsunlar" tarafından bulunmuş ve zorla koltuğa oturtulmuş bir "çakma başkan", o kadar... Fakat "batı kıyılarından" da korktular ki, Dersim'in Kureyşani aşiretinden bir Kürt Alevisi'ni, Horasan'dan gelmiş Kayı boyundan katıksız Türk diye pazarladılar!)
Kurtaramaz, çünkü "kurtulmaması" gerekmektedir.
"Tarihi misyonunu" tamamlamış, büyük başarıların yanısıra çok büyük hatalara da imza atmış, devrini bitirmiştir.
Bir vali, "CHP'nin 1950 yılında kapatılması gerekirdi" derken aslında bunu demek istemişti, lafı düzeltmeyi beceremedi, kötü söyledi, adamın üstüne çullandılar.
Bürokrasinin altı yüz yıllık "hâkimiyeti" bitmektedir, siz isterseniz "vesayet" deyiniz, aynı kapıya çıkar.
Türkiye artık "o kabuktan" çıkmıştır.
Bu büyük bir devrimdir. Türkiye için asıl devrim budur ve 1930, 1950, 1965, 1983 peşrevlerinden, denemelerinden sonra asıl şimdi başlamıştır.
Ama elbette siyaset sahnesinde bir "aksesuar" olarak CHP kalacaktır. Fransa'da devrimden iki yüz yirmi yıl sonra bile kralcılar yok mudur? Neredeyse, hayatının son yıllarında Bodrum'da turistlerle resim çektiren rahmetli Zeki Müren gibi, bizimkiler de "anı" ve "renk" olacaklardır.
Müzayedelerdeki sararmış kitaplar, müzelerdeki solmuş eski zaman elbiseleri gibi...