'Avrupa'ya ihtiyaç duymayan Süperstar'
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ülkesini belirgin bir şekilde değiştirdi. Kendisi gittikçe Osmanlı dönemini andıran bir dış siyaset izliyor. Türkiye'nin Başbakanı uzun süredir Avrupa'ya ihtiyaç duymuyor
Türkiye'nin kendine güveni oldukça artmış durumda. Son yıllarda ülkenin büyüme oranı ortalama yüzde yedi civarındadır. "Boğaz'daki hasta adam" hızlı bir şekilde iyileşirken özellikle Avrupa Birliği'nin güney ülkelerinin ağır hasta oldukları görülüyor. Bu duruma, son zamanlarda Türk aydınları kinayeli bir şekilde dikkat çekiyor. Türkiye'nin ihracatında bir patlama yaşanıyor ve ülkede 12 Haziran seçimleri sonrasında iktidara gelen AK Parti güven kazandı ve istikrarı sağladı. 2008 yılında ülkeyi 26,3 milyon turist ziyaret etti.
Yani Türkiye'de her şey yolunda mı gözüküyor? Pek öyle sayılmaz. Tabii ki özellikle seküler eğilimli Türkler, Avrupa Birliği üyeliğine hâlâ ilgi duyuyor. Bu kesim, Türkiye'nin, Batı'nın değerlerine sahip bu ekonomik Birliğe üyeliğini arzuluyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise ülkesini İslamlaştırmaya ve Batı'dan ziyade Doğu'ya yakınlaştırmaya çalışıyor. Genel seçimlerde Türkiye'nin AB üyeliği konusu önemli bir rol oynamamıştır. Avrupa artık Türk dış siyasetinde belirleyici bir konumda değildir.
Ankara, özellikle Arap- İslam dünyasındaki değişimlerin diğer ülkelerden daha önce farkına varmış ve değerlendirmiştir. Bu bağlamda Türkiye, Tunuslu bin Ali, Suriyeli Beşar Esad ve Mısırlı Hüsnü Mübarek gibi eski diktatörleri dikkate aldı, hem de akıllıca davranarak mesafeli de olsa ayaklananları destekledi ve reform çağrısında bulundu. Bu tutum basiretli ve mantıklı bir siyasettir. Erdoğan hükûmeti son yıllarda adeta bir "Osmanlı dış siyaseti" izliyor. Bu siyasetin temelinde Türkiye'ye eleştirel yaklaşan ve imtiyazlı ortaklık öneren Batı'dan uzaklaşmak ve Balkanlar ile Arap komşulara yönelmek yatıyor. Türkiye komşularıyla dostluk ilişkileri kurdu ve ticari alanlarda ortaklıklar yarattı. Birçok ülkeye yönelik vize uygulaması kaldırıldı veya kolaylaştırıldı.
Başbakan Erdoğan, Suriye'den Fas'a kadar olan bölgede bir süperstar konumuna yükselmiştir. Kendisi dokuz yıllık iktidarı döneminde ülkesini belirgin bir şekilde değiştirebilmiştir. Bunu kendisinden önce sadece Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk yapabilmişti. Arap siyasetçileri, Erdoğan'ın AK Partisini özellikle ekonomik gelişim ve muhafazakâr bir halk partisi olma konularında örnek model olarak alabilir. Ayrıca AK Parti ordunun gücünü de kırabilme başarısını göstermiştir. Bütün bu başarıların sonucunda AK Partinin bazı konularda aşırı da davrandığı görülmüştür. Başbakan Erdoğan'ın hedefi Türkiye'yi yerel bir güç hâline getirmek ve ülkede ABD modelinde bir başkanlık sistemini yerleştirmektir. Bu durumda Başbakanın yetkileri büyük ölçüde artacaktır. Son genel seçimler neticesinde AK Parti, Anayasa'yı değiştirebilmek için gerekli olan üçte iki çoğunluğu elde edememiştir. Başbakan Erdoğan, seçim kampanyasında 2023 yılını ön plana çıkarmıştır. Çünkü Erdoğan, Devlet Başkanı olarak Atatürk’ün Cumhuriyeti ilan etmesinden 100 yıl sonra -2023’te- bütün projelerini gerçekleştirmiş olmayı hedefliyor. Türkiye'de birçok insan ülkenin başkanlık sistemine henüz hazır olmadığına ve demokratikleşme sürecinin tamamlanmadığına inanıyor. Ülkede sivil toplum henüz yeterince güçlü değil. Fakat Başbakan bazı şeyleri çabuk ve çok hızlı bir şekilde gerçekleştirmek istiyor. Kendisinin zaman zaman otoriter davrandığı görülüyor. Başbakan Erdoğan, imkânı olsa Türkiye'de İslami Şeriatı muhtemelen uygulamaya sokacaktır. Fakat Türk seçmeni akıllıca davranmış ve AK Partinin Anayasa'yı tek başına değiştirebilecek çoğunluğu elde etmesine müsaade etmemiştir. Başbakan Erdoğan, pragmatik bir siyasetçidir ve kanunlara riayet etmektedir. Türkiye etnik ve siyasi açıdan heterojen bir devlettir ve Başbakan da bu durumu dikkate almak ve ayağını yorganına göre uzatmak zorundadır.
Arap- İslam âlemindeki devrimsel nitelikteki değişimler Türkiye'nin işine yaramaktadır. Fakat bunun neticesinde Türkiye'nin üstesinden gelmek zorunda olduğu birtakım hususlar da mevcuttur. Mısır'ın demokratikleşmesi Türkiye için bir rekabet ortamı doğurmaktadır. Mısır'da Mübarek diktatörlüğünün sona ermesiyle ülke Arap- İslam âleminde yeniden lider konumuna gelebilir. Türkiye'nin sergilediği demokratik İslami toplum modelinin yerini Mısır alabilir. Kahire'deki yönetimi ABD ve Avrupa da muhakkak destekleyecektir. Mısır'ın sürekli olarak demokratikleşmesi bölge için her bakımdan örnek teşkil edebilir. Suudi Arabistan'ın böyle bir örnek model olması söz konusu değildir. Aynı şekilde Tunus, Libya ve Suriye gibi ülkelerin Arap- İslam dünyası için örnek model olması da gündemde değildir. İslam âleminde geleneksel olarak siyasi ve toplumsal gelişmeler Kahire'deki El Ezher kurumu menşelidir. Buna rağmen Türkiye'nin bölgeye yönelik siyasi etkisi gittikçe artacaktır ve Türkiye'nin AB ilişkileri bu durumdan etkilenecektir.
Türkiye'nin sahip olduğu tüm stratejik değerlerin ötesinde İslam âlemine köprü olması bakımdan önemi artacaktır. Türkiye üzerinden AB ülkeleri, Arap âlemindeki değişim sürecine doğrudan etki edebileceklerdir. Türkiye'nin bu konumunu AB ülkeleri dikkate almak durumundadır. Bu sürecin sonunda Türkiye'ye yönelik muhtemelen somut bir teklif sunulacaktır zira mali politikaları ve nüfus açısından sorunlu bir topluluğa dâhil olmak riskli bir girişimdir.
DIE WELT