Dr. Faik Özdengül
Basit yaşamak
Derler ki, basit yaşa?
Az eşya az insan?
Kafka demiş ya: Huzur mu istiyorsun, az eşya az insan.
Nasıl basitleşir ki hayat?
Onca zorlukla boğuşurken.
Yıllardır boğuşup didiniyoruz. Var olmak için. Dipsiz kuyuları doldurmak için.
Yenmek için, en öne çıkmak için, başarmak için.
Diğerini yenince ne olacak?
O bizi yenmesin diye gibi, görünüyor şimdi görünen.
Yenmek ve yenilmek. Sonra da kazdığımız kuyulara düşmek.
Bugün dinlediğim hikayeler getirdi biraz da beni buraya.
Hazmedemediklerini söyleyen danışanlar. Gönülleri yatışmıyordu. Haklılardı onlara göre ve diğerinin cezalandırılması gerekiyordu ama olmuyordu. Kendi başlarına ceza veremiyorlardı onlara. “Allah verir!” diye inanıyorlardı ama hemen olsun istiyorlardı. Adalet arıyorlardı. Adalet istiyorlardı. Daha doğrusu kendi adaletlerinin en uygun olduğunun kabulünü. Bunu isterken bir yandan da istediklerinin hemen gerçekleşmediğini görmek Padişah’ın adaleti konusunda istemeseler de şüphe uyandırıyordu.
O zaman hikayeye kulak verelim:
Birisi kaçıp bir eve sığındı. Korkudan benzi uçmuş, sapsarı kesilmiş, dudakları gövermişti. Ev sahibi, ‘peki’ dedi, ‘A amcasının canı, ne oldu, neden kaçtın? Neden böyle benzin attı?’ Adam dedi ki: ‘Zâlim padişahı eğlendirmek için bugün sokakta ne kadar eşek varsa yakalıyorlar. Ev sahibi, peki dedi. A amcasının canı, eşekleri yakalıyorlar.’ ‘Sen eşek değilsin ya, bundan ne tasan var senin?’ Adam dedi ki: ‘Bu işe öyle bir girişmişler, öyle kızışmışlar ki beni bile eşek diye yakalarlarsa şaşılmaz. Eşek yakalamaya el atmışlar, hiçbir şey fark etmiyorlar artık! Bir şeyi fark etmeyen kişiler, başımıza geçerlerse eşeğin sahibini de eşek diye götürürler mi, götürürler!’ ‘Fakat bizim şehrimizin padişahı, abes iş yapmaz. Onun temyiz hassası vardır. O her şeyi duyar, her şeyi görür. Adam ol da eşek tutanlardan korkma. Ey zamanenin İsa’sı, eşek değilsin sen, ürkme. Dördüncü kat gök, senin nurunla dolu. Hâşa, senin durağın ahır değildir. Sen, bir iş için ahırdasın ama gökyüzünden de yücesin sen, yıldızlardan da. . İmrahor başkadır, eşek başka. Her ahıra giden eşek değildir.’
Neden böyle eşeğin kuyruğuna yapıştık, ardına düştük? Gül bahçesinden, güllerden bahset. Narı, turuncu, elma dalını söyle. Şarabı ve sayısız güzelleri anlat. Yahut dalgası inci olan, incisi söyleyen, gören denizi, Yahut gül devşiren, yumurtaları altından, gümüşten olan kuşları söyle. Yahut da ceylânları besleyen, hem sırt üstü, hem yüzükoyun uçan doğan kuşlarından bahset. Alemde gizli merdivenler vardır, basamak basamak tâ göğe kadar. Her bulutun başka bir merdiveni vardır, her gidişin başka bir göğü. Her biri, öbürünün halinden bihaberdir. Geniş bir ülkedir, ne başı var, ne sonu! Bu, o neden böyle hoş diye şaşmaktadır; o, bu neden böyle şaşıyor diye hayrette. Yeryüzü sahası geniştir. Orada her ağaç, yerden baş vermiş, boy atmıştır. Ağaçlardaki yapraklarla dallar, ne de güzel ülke, ne de geniş saha diye şükrederler. Bülbüller, yediğin şeyden bize de ver diye kıvrım kıvrım çiçeklerin çevrelerinde uçuşur, ötüşürler. (Mesnevi.5/2539-2562).
Padişahın temyizine güvenip zihni güzel düşüncelerle dolduralım diyor. Pek güzel söylüyor.
Bütün bunlarla oyalanırken içimde saklı gizli küçük çocuk sıkılıyor. Oyunu abartıp beni daraltma diyor. Hapsetme. Haklı. Oyunu abartmamalı.
Tam bunları düşünür ve yazarken bulutlardan birden damlayıveren yağmur taneleri gibi aşağıda sizinle de paylaşacağım şiir geldi bir arkadaşımdan göklerden gelir gibi. Kendisine de teşekkür ediyorum. Yazıyı bu şiirle bitirelim:
ya da
yıldızlar mıdır ağlıyor maviliğin koynunda
gecenin bağrına bırakmışlar ellerini
melekler midir gelen beyaz çantalarıyla
beyaz çantalarıyla
gümüş sahifeler getirip kalbimize ekleyen
bir de gitmeyi denesek diyorum
gitmeyi…
o haşarı çocuğu varıp öpsek
öpsek,
içimizdeki oyuncakları ona versek
gitsek ve otursak uzak ağaçların altına
ağzımızda küçük bir yaprağı parçalasak
parçalasak…
Mustafa Aydoğan/ Bir Dolu Bakır Yaz