Mustafa Yiğit
“Ben Ertuğrul Özkök, nasıl tanımazsınız beni?”
Son zamanlarda “entelektüel” kimdir? Bir insanın “entelektüellik” mertebesine ulaştığını nasıl anlarız diye kafa yoruyorum…
Benim burada entelektüelden kastım sadece yazı hayatına ya da sanat hayatına ilişkin değil genel manada “seçkin” insanındır.
Entellektüeller hakkında düşünürken, o kişilerin yazdıklarından, söylediklerinden, resmettiklerinden fırça izlerinden ziyade topluma karşı davranışlarını ele alıyorum.
Ancak bunu yaparken örneklem olarak yazar olarak arz-ı endam eden entelektüellerin analizinin daha somut çıkarsamalar içereceğini düşünüyorum.
Bana göre entelektüel deyince birkaç kitabı olan adamdan tutun da, best seller kitapların altına imza atanlardan, gazetede köşe yazanlara kadar bilimum yazma faaliyeti içinde yer alan herkes kıyısından köşesinden entelektüelliği yakalamış demektir.
Ancak, bunlar yazdıkları eserleriyle değil, o eserleri kaleme aldıktan sonra toplumla olan bağlarıyla entelektüel olmayı (!) hak etmektedirler.
Kafanız biraz karıştı değil mi?
O zaman sizde soruyorsunuz, yazan çizen kişi değil de kimdir Entelektüel ?
Entelektüelin ilk vasfı her şeyden önce insanlığa dair bağlarını yavaş yavaş gevşeten, zirveye yaklaştıkça eserine, statüsüne aşık olan ve gözü başka bir şeyi görmeyen adamdır.
İkinci olarak; Entelektüelin zihni o kadar meşguldür ki, zamanla eserlerine konu olan "insan"la irtibat kurmayı, ona dokunmayı unutur! Mesela entelektüel biri insanların somut sorunları değil, büyük devasa sorunlarıyla ilgilenir. Entelektüel eserinde “Küçük adam”ın hikayesini bile anlatsa, aslında küçük adamın ne yaptığından habersiz bir haldedir. Onun reel hayatta ne yaptığıyla nasıl yaşandığıyla ilgilemez. Muhtemelen yanına yaklaşmaya kalksa onu muhatap bile almaz.
Entelektüelin diğer vasfı ise, içinden çıktığı çevresiyle, arkadaşlarıyla, eşi dostuyla bağını yeteri derecede koparamadığı sürece fena fillaha ulaşamayacağını, öyle büyük büyük, usturuplu laflar edemeyeceğini düşündüğü için, ne bileyim belki de sırf karakteri böyle olduğu için “ben” merkezli bir yaşamı kendine yol seçer.
Entelektüel, enaniyet ve egonun zirve yaptığı bir kişiliktir.
Mesela biri yavaş yavaş entelektüel mi olmaya başladı biliniz ki, artık o insanları aramaz, insanlar onu aramak zorunda kalır. Çünkü insanlar, onun peşinden koşarken o büyük hakikatlerin peşinden koşmak durumundadır ve “insan”a ayıracak vakti yoktur.
Çünkü O bir entelektüeldir artık ve başka bir hayat formunda yaşamını sürdürmektedir. İnsana dair o kadar çok şey okumuş o kadar çok şey yazmıştır ki, insan hayatının vefa gibi, kadirşinaslık gibi, bu küçük detaylarını aklına bile getiremez.
O, insani bütün hassasiyetlerini yitirirken entelektüel olmanın dayanılmaz hafifliğiyle şöhret basamaklarını bir bir tırmanır…
O artık birilerinin hayat hikayelerini dinlemeye, dertleriyle hem hal olmaya değil, o hayat hikayelerine tıpkı bir bilim adamı titizliğiyle ve soğukkanlılığıyla yaklaşarak o hayat hikayesinden yazın hayatına bir malzeme çıkarabilir miyim diye bakar…
O artık birilerini tanımak peşinde de değildir, zaman geçtikçe birilerinin onu tanımasına kilitlenir. Onun insana dair tek ihtiyacı “tanınma”, daha çok tanınma hissidir. Öyle bir hal alır ki, bütün dünyanın onu tanıdığını ve tanımak zorunda olduğunu düşünmeye başlar…
Entelektüelin hangi ideolojiden olduğu pek önemli değildir. Solcusu, sağcısı, liberali, İslamcısı, Ülkücüsü aynı davranış kalıplarını gösterirler…
Gerçekliği konusunda farlı rivayetler olsa da, bir dostumuzun naklettiği gibi, Ertuğrul Özkök hikayesidir aslında Türkiye’de entelektüelliğin hikayesi…
Rivayet bu ya, Ertuğrul Özkök bir zamanlar bir yerde özel kalemden içeriye girer…Yanında zamanın bazı gazeteciler de vardır… Özel kalemde duran zaat, Özkök’ün yanındaki yazarlardan birine bakar, “sizi tanıyorum falancasınız değil mi” der…Aradan üç beş dakika geçer aynı özel kalem müdürü, Özkök’ün yanındaki diğer yazara da “siz şuydunuz değil mi” der…Aradan birkaç dakika geçer, aynı özel kalem müdürü, Ertuğrul Özkök’e döner “peki siz kimsiniz” der…Özkök şok durumundadır “Ben ben ben” der kekeleyerek, biraz da öfkelenerek “ Ben, Ertuğrul Özkök, nasıl tanımazsınız beni “ Özel kalemin cevabı daha da manidardır “Tanımak zorunda mıyız sizi, ben burada size benzeyen bir sürü adamla karşılaşıyorum hergün…”
Evet tanımak zorunda mıyız sizi, sayın entelektüel!