Mustafa Yiğit
Bir “akran ağabey”in ölümü…
Bazen kelimeler kifayetsiz kalır…
Anlatamazsın, dilin kurur, boğazına bir şey düğümlenir….
Aslında hiçbir şey de konuşmak istemezsin.
Konuşacak ne halin vardır ne gücün…
Yanındakiler de senin gibidirler, konuşmazlar…
Konuştuklarında gözlerindeki yaş da konuşmaya başlayacaktır, damla damla dökülecektir… O gün, o saat ne diyeceğini bilemezsin…
Sahi “Başın sağolsun”, cümlesi ne kadar zor bir cümledir….
Bir de başın sağolsun denilen kişi “ağabey” dediğin, senin hayatında çok farklı yeri olan biriyse ne kadar zordur….
Evet o günlerden birini yaşadık geçtiğimiz gün…
Üniversite okumak için Ankara’ya geldiğimde ilk tanıştığım kişilerden biriydi Şenol Doğanay…
İlk tanıştığımda da, son gördüğümde de aynı şey…
Sürekli gülümseyen bir yüz…
Sakin bir yüz…
Öyle kolay kolay kızmaz, sinirlenmezdi…
Mesela Yazı İşleri Müdürlüğü’nü yaptığı, benim de arada yazılar yazdığım ikibinli yılların başında çıkmaya başlayan 2023 Dergisinde sanıyorum savruk yazılarımla onu çok ben uğraştırırdım, ama hiç sitem etmezdi…
2023 Dergisi, bizim kuşağın çıkardığı en derinlikli, en donanımlı dergiydi…
Hala da öyle...
Pek çok kişi farkına varmasa da, kıymetini bilmese de öyle…
Başta Ragıp Vural olmak üzere Şenol Doğanay’ın büyük emeği var, derginin çıkmasında ve bu günlere gelmesinde…
Bu hakkı onlara en azından burada vermek gerek diye düşünüyorum.
Şenol ağabey…
O, öyle büyük büyük laflar etmezdi…
Mesela “otuz yıldır biz bu işin içindeyiz, bu davanın içindeyiz, her şeyi biz biliriz” diyen “ağabey”lerden değildi…
Öyle karizmatik, medyatik, bürokratik adamlık yanı hiç yoktu…
Kendi içinde ayrı bir dünyası vardı.
O, kendi dünyasını bize pek açmasa da bizim dünyamızı açmıştı…
Mesela “ağabey”liğin öyle baskıcı ve hükmedici yönünü onda görmemiştik…
Ağabeylik her şeyden önce arkadaşlıktı…
Bu yüzden ağabeyin nasıl olması gerektiğini, “ağabeyliğin nasıl yapıldığını” ondan öğrenmiştik…
Çünkü O, bizim “akranımız olan”, nadir “ağabey”lerdendi…
Aynı menemen tabağına ekmek bandırıp, Türkiye’nin meselelerinden, kızsal meselelere kadar rahatça konuşabileceğin kişiydi ağabey dediğin adam…
Ve bunun bizdeki karşılığı da O’ydu.
Hep olumluydu, “Olur be Mustafa, hayat böyle bir şey işte, napalım, yaşayacağız ve göreceğiz” derdi.
Okul hayatım ve sonrasındaki dönemde de hep aynı insan vardı, hiç değişmedi, ağır ve amansız hastalığa tutulduğunda da “Olur be Mustafa, yaşayacağız ve göreceğiz” diyordu…
Ve yaklaşık yirmi yıl bize hep bu güzel sözlerle ağabeylik yaptı, sonra da tüm hayatı boyunca olduğu gibi yine sessiz sedasız çekip gitti bu fani dünyadan…
Cenaze namazını yine o ilk günlerde tanıştığım, kadim dostluklar kurduğumuz ve dostluklarımızı bugüne kadar sürdürdüğümüz insanlarla kıldık…
Hepsi, hepimiz Şenol ağabeyimizi uğurlamaya gelmiştik…
Kimimizin saçlarına yavaş yavaş ak düşmeye başlamıştı, kimimiz hafiften kelleşmiştik…
Ama bu saçları yavaş yavaş ağarmaya başlayan, kelleşen adamlar, hepsi onun kardeşi, o ise orada bulunanların pek çoğunun ağabeyiydi hala….
Bu bağ, bu ilişki hiç kopmamıştı…
Son yolculuğuna giderken onu yalnız bırakmadılar kardeşleri, ama o bıraktı gitti…
Bir ikindi sonrası, mezarına atılan son toprakla birlikte…
Ölüm…
Sırasız ve zamansız geliyor diye düşünüyor insan böyle anlarda…
Bunu belki en yakınlarımızı kaybettiğimizde daha da net görebiliyoruz, daha yakından hissediyoruz…
“Sırası mıydı şimdi bunun” diyoruz…
“Daha çok şey yapacaktık” seninle diyoruz…
Ve aslında o an, bizler sıramızı bekliyoruz…
İnna lillahi ve inna ileyhi raciun…
Hepimiz O’ndan geldik ve yine hepimiz O’na döneceğiz…
“Akran ağabey”imiz , Allah mekânını cennet eylesin…
Eşine, ailene ve dostlarına sabırlar versin…