Sevgili!
Mısralarla yoldaşlık ettiğimin bu bilmem kaçıncı yılında, sevginin bilmem hangi durağında beklerken seni:
“beklenmedik bir fırtınaydı gelişin
uyandırdın sessizliğimi aysız gecelerde
miyop adımlarla izini sürüyorum
darbımesellerde, bilmecelerde”
Ve bilmece düşüyorum tarihe, not diye. Seni yazıyorum gizli kodlarla. Yüreğimde o kadar vazıhsın ki ona nispeten şu itibarsız alemde o kadar perdeli…Ne kadar uzaksam sana bitanem, o kadar yakınım, bil inci tanem…
“yaralı bir deniz gibi hıçkırdığını
bir fanus altında sıkışıp kaldığını
aşkla kenetlenen kalplerimizin
me’yus olduğunu, bunaldığını
biliyorum, bir hayal bekçisiyim
mehtâbı arayan karanlıklarda”
Zannetme ki suskunluğum öfkemden, sitemimden, suskunluğum bir sessiz çığlıktır özleme yokuşlarında. Bir sıla türküsü kadar yanık, bir yunan şarkısı kadar ahenkli ve bir esatir-i evvel kadar ulvi hayallerle dolu… Ama bu yanlarının bütünüyle de sana dair. Hep sana dair…
“yağmur yakışmıyorsa
…
nasıl açabilirim bulutlara derdimi
nasıl geçebilirim mayınlı köprülerden
sellere karışan ayaklarımla…”
Her zaman çocuk kalan yanımla sesleniyorum dünyanın bütün çocuklarına:
Artık size bağışlıyorum “Pamuk Prenses”in masalını siz onunla avunun, ben içinde prenses geçen başka bir masalla süslerken hayallerimi…
***
a.g.e, 94