yazar-28
Lokmacı’ya çarpmak-2
Bakıyorsunuz Lokmacı’yı savunan sadece asker. Vaktinde kan dökerek koruduğunu bu sefer dil dökerek korumaya çabalıyor. 1963 Kanlı Noel’inde örülerek Mücahit’e teslim edilen ve 1974’den beri Türk askerinin kontrol ve sorumluluğunda “barış içinde” bulunan barikatın yerine geçen sene “aniden” kuruluverilen köprüyü asker şimdi kime karşı “koruyor”? Talât’a, Gül’e ve arkalarındaki Papadopulos’a karşı. Peki, “köprüyü” geçen sene, Aralık 2005’de kim açmıştı? Talat, Soyer ve Serdar Denktaş. TC Büyükelçiliği “Yardım Heyeti”nden paralar alarak. Açılışı şampanyalarla kutlayarak. Şimdi kim kaldırmak istiyor? Talat. Soyer’e sormadan, Meclis’e sormadan. Serdar’a gerek görmüyor, çünkü o zaten Müftü Darbesi ile hükümetten uzaklaştırıldı. “Köprü” neyi birleştirmeyi amaçlıyor? “Avrupa’nın bölünmüş tek başkenti”ni. İşte bu ağız, Soroz’cu bir ağızdır. Küresel sermayeye çanak tutma ağzıdır.
Gelelim dikkatlerden kaçan bir isme. Hrisostomos. Rum Başpiskoposu. 2'nci Hrisostomos. Ne diyor bu adam? "Ankara düşmanımızdır... Türkiye işgalcidir... Vatan topraklarımızı istila ettiler..." Bu, 2'nci Hrisostomos. 2(ncisi varsa, birincisi de vardır. Bundan önceki neydi? 1'nci Hrisostomos'tu... Bu bir gerçek isim değil. Lakapları. Ratzinger, papa olunca Benediktus ismini aldı... Onun gibi. Dini bir sıfatı nesilden nesile yaşatmaya çalışıyorlar... Yaşatılmak istenen ne, bu çok önemli. Bizim aymazlığımız, onların dikkati. Aradaki farkı anlamak bakımından dikkat verici.
Tarih, 15 Mayıs 1919.Yunan ordusu, İzmir'e çıkar. Yer, bugünkü Pasaport. Türklerin kara günü. İzmir'deki Rumların dini lideri, yani İzmir Metropoliti olan papaz, etekleri uçuşa uçuşa gelir... Diz çöker. Önce işgal komutanının çizmesini öper, sonra Yunan bayrağını.. İzmir doğumludur papaz. Atina'ya gitmiş, dini eğitim almış, papaz cübbesi giymiş, sonra İzmir'e dönmüş, kademe kademe yükselerek, İzmir Metropoliti olmuştur. Etekleri zil çalmaktadır o gün... Elindeki haçı havaya kaldırır, Yunan işgal ordusunu takdis eder... Sonra da, askerlere hitaben o meşhur vaazını verir. "Evlatlarım... Elen çocukları... Bugün, İsa'nın en büyük mucizesini göstermiş oluyorsunuz. Bu uğurda, ne kadar Türk kanı döküp içerseniz, o kadar sevaba girmiş olacaksınız...İslam’ın sonu geldi.. Ben de bir bardak Türk kanı içmekle, onlara olan kin ve nefretimi teskin etmiş olacağım... Bütün azizler arkanızda... Hadi buyurun!" Sonra? Sonrası malum. Türk kıyımı başlar. Zaten, hep bunu istemişti o papaz... Kral Konstantin'e başvurmuş, Yunan Ordusu'nu İzmir'e çağırmıştı... İtilaf Devletleri'ne yalvarmıştı, İzmir'in Yunan'a verilmesi için... Bir gün geleceklerini bildiği için de, Aya Fotini Kilisesi'nin bodrumunu silah ve cephane ile doldurmuştu... Silah ve cephane, insani yardım adı altında geliyordu sandıklarla... Yunan Ordusu İzmir'e çıkınca, İzmir'deki Rum gençleri cesaretlendi. Gittiler Aya Fotini'ye, giydiler Yunan Ordusu'nun üniformalarını, aldılar silahlarını, daldılar Türk köylerine, kadınlarına, kızlarına...
Gün gelir Gazi gelir İzmir'e girer. Batarya kurulur. Hrisostomos'un Aya Fotini Kilisesi top ateşiyle yerle bir edilir. Çünkü ibadethane falan değildi orası... Resmen, Türk kanı içmeye yeminli, teşkilat merkeziydi. (İzmirliler için belirtelim: İkiçeşmelik'ten Çankaya'ya doğru in, Basmane'ye dönerken, tam köşe... Orasıydı Aya Fotini Kilisesi.)
Biz gerçek kahramanlarımızı horlar, dışlarken işte Yunan’ın tavrı. Bu topraklarda gözü olanlar. Hrisostomos'u unutmuyorlar. Asla. Yaşatmaya çalışıyorlar. Hem ismini, hem ideallerini. Peki biz ne yapıyoruz? Denktaş’ı unuttuk, şehit olanları unuttuk. Unuttuk gitti bile. Liman açmaya çalışıyoruz. Liman uymadı, kapı... Rum ve Talat, Türk askerine karşı işbirliğine giden yolun duvarlarını kendi dilleriyle taşıdıkları taşlar ile örüyorlar. Erdoğan Kıbrıs Türk'ü değildir. Lapta'yı hiç bilmez, Erenköy savaşlarında sağ kalıp da kafayı da üşütmedi. Talat ise Kıbrıs çıkarması yapılırken adada değildi. Ama ortak noktaları aynı. Her ikisi de “Bölünmüş vatanlarının” bölünmesine neden olan işgalciye karşı. Ne diyelim...