Birand'dan seçim analizi
Gazeteci Mehmet Ali Birand 12 Haziran seçimleriyle ilgili öngörüde bulundu. AKP kazanacak...
Haberciliğin duayeni olarak gösterilen Mehmet Ali Birand, Akşam Gazetesi'nden Gülay Altan'a konuştu. İşte o röportaj:
Neredeyse 50 yıldır Türkiye'nin en önemli haber ve röportajlarına imza atan Mehmet Ali Birand'la gazetecilikten siyasete renkli bir söyleşi yaptık. Medyanın dersini aldığını söyleyen Birand, 'Türkiye bir istikrar adası, karamsarlığa kapılmayın' diyor.
POSTA'DAN AYRILDI MİLLİYET'TE YAZACAK
Mehmet Ali Birand, 47 yıllık meslek hayatına çok önemli haberler, röportajlar, kitaplar, belgeseller, televizyon programları sığdırmış bir duayen. Son dönemde gerçekleşen Milliyet ve Vatan gazetelerinin satışıyla uzun süredir yazdığı Posta Gazetesi'nden ayrılması ve Milliyet'te yazması ihtimali gündeme geldi. Bu vesilesiyle kapısını çaldığım Birand'a gazetecilikten sosyal hayatına merak edilen her şeyi sordum. Elbette uzun uzun siyaset de konuştuk. Bu arada merak edenlere müjde; yeni kitabı bir belgeselle birlikte önümüzdeki 28 Şubat'ta çıkıyor. İçeriği çıkış tarihinden belli... Konuşmaya başlarken bir röportaj ustasıyla söyleşi yapmanın zorluğundan bahsettiğimde şu cümlesiyle yüreğime su serpti: 'Aptal soru yoktur aptal yanıt vardır. Her sorunun bir değeri vardır.'
- Milliyet ve Vatan gazeteleri satıldı. Sizin için ayrıca önemli bir satış bu; alanla ailevi, satanla da profesyonel ilişkiniz var. Öncelikle bu satışları nasıl değerlendirdiğinizi öğrenebilir miyim?
Bu satış bize gösterdi ki insan kolay kolay Aydın Doğan, kolay kolay Demirören veya Ali Karacan olmuyor. Çünkü Aydın Doğan çok doğru bir formül buldu. Ali Karacan, hayatı boyunca böyle bir şeyi düşledi. Demek ki insan bir şeyi çok isterse elde edebiliyormuş, bunu gördük. İki; iyi ki babası Ercüment Karacan Milliyet'i Aydın Doğan'a satmış. Başka birine satsaydı Milliyet'i bugünkü gibi bulamayabilirdi.
DOĞDUĞUM GAZETEDE ÖLMEK İSTEDİM
- Sizin Milliyet'e geçmeniz ne zaman, nasıl olacak?
Her şeyden önce temel işim Kanal D'nin ana haberinin başında olmak. 1998'den beri de Posta'da yazıyorum ve çok memnunum. Ali Karacan akrabam olduğu için benimle beraber olmak istiyor. Ben de istiyorum. Çünkü Milliyet'te doğdum, Milliyet'te ölmek isterim. Ama bu Aydın Bey'e bağlı, kendisiyle daha bu konuyu konuşmadım. Derse ki yaz, yazacağım.
- Üzerinde uzun süredir polemik yapılan ve nihayet gerçekleşen satışı bir de siyaset-medya dengesi açısından değerlendirir misiniz?
Bu konuyu insanlarla paylaşmadı ama bildiğim kadarıyla Aydın Doğan, özellikle gazetelerin yabancıya gitmesini hiç istemedi. O bakımdan diyorum zaten en iyi formülü buldu. Çünkü bu satış uzun süredir konuşuluyordu, çok teklifler yapıldı fakat onları kabul etmedi. Onun için, arkasında bir şey aranmamalı. Ali Karacan'ın devletle bir işi yok, Erdoğan Demirören deseniz, işleri ortada. Gazete, bir güç ama bir yere kadar; sizin tanınmanıza yardımcı oluyor ancak siyasi bir güç değil, büyük problemler getiriyor.
MEDYA KENDİNİ ÖLDÜRDÜ
- Neden böyle bir algı oluşuyor? Bu polemikler bu algıdan doğuyor..
Medya çok kaybetti, eski ağırlığı yok. Eskiden derken 50 sene öncesinden bahsetmiyorum, 15-20 sene öncesine kadar, 'Gazete yazdı, demek ki doğrudur' denirdi. Artık böyle denmiyor. Çünkü biz kendi kendimizi öldürdük. Herkes bir dönem yandaşlık yaptı, bazı gazeteler askerler döneminde asker yandaşlığı yaptı, bazıları hükümet, bazıları başka şey... Herkes zamanında kendine yonttu, hiç kimse bir duruş göstermedi.
- Şu anda durum nasıl peki?
Seçimlerden sonra başka bir medyayla karşı karşıya kalacağız; artık bu yandaşlığın medyayı hiçbir yere götürmediği ortaya çıktı. Herkes dersini aldı. Merkez medya Başbakan'ı çok geç anladı. Daha önceki başbakanlar gibi olacak zannetti, yani kolaylıkla diğerleri gibi etki altında kalacağı sanılmıştı, olmadı. Farklı olduğu anlaşıldığında epey geç olmuştu. Başbakan da kendi medyasını yaratmakta çok becerikli davrandı. Şimdi denge kuruldu fakat bakalım o denge nasıl yürüyecek.
- Seçimden sonra dediniz, neden böyle bir milat belirlediniz?
Bu seçim Türkiye'nin yoluna nasıl devam edeceğini belirleyecek hatta sistemini etkileyecek. Türkiye 8 sene sonra aynı Başbakan'la devam etmeyi hangi oranla istediğini gösterecek.
- Peki, seçim sonucuna dair nasıl bir öngörüde bulunuyorsunuz?
AK Parti kazanacak, bütün problem ne oranda oy alacağı. Yüzde 50'lere hatta 50'lerin üstüne çıkması hem kendi sağlıkları açısından hem de ülkenin sağlığı açısından yararlı değil. Bırakın, MHP parlamentoda kalsın ve sağlıklı bir denge çıksın ortaya.
DOĞRU ANAYASA'YA VE DENGEYE İHTİYAÇ VAR
- MHP etrafında da seçim öncesi kaset skandalları patlıyor ardı ardına...
Ülkücü, milliyetçi oyların parlamento dışında kalması demek, onların sokağa itilmesi demektir. O da Kürt sorununu çok ters etkiler. Yeni sistemler yaratmaya değil, doğru bir anayasa yaparak, o Anayasa'yla Kürt sorununu çözmeye ve dengeye ihtiyacımız var.
- Türkiye, Anayasa ile birlikte sizin de dikkat çektiğiniz gibi bir başkanlık sistemine giderse, bu Kürt sorununu bir federasyonla çözmeyi getirir mi?
Hayır, federasyona götürmez. Kürt sorununu çözmeye kalkan herkes şu anda hemfikir. Kürtçenin resmi dil olmasını belki kabul etmezsiniz, etmememiz de lazım zaten ama Kürtler ana dilinde çok daha rahat eğitim alabilecek duruma gelmeli. İkincisi yerel yönetimler ve yerel anayasa eliyle kendilerini yönetebilecek bir sistem kurulmalı. Bu federasyon değildir, ayrılmak hiç değildir zaten kimsenin ayrılmaya niyeti yok. Bütün ülkenin güzellik ve zenginliklerinden yararlanmak varken neden küçük bir toprağa sıkışsınlar?
- Bu görüşleriniz nedeniyle ölüm tehditleri aldınız bir dönem...
1990'larda bedava yaşadığımın farkına şimdi varıyorum.
- O gün bilseydiniz ne olurdu?
Hiçbir şey. Tek korkum oğlum ve karımdı zaten. Yapacak bir şeyim yoktu ki, adam vuracaksa vuracaktı. Ama şimdi baktığımda ne kadar ciddiymiş daha iyi anlıyorum.
- Şimdi böyle korkularınız var mı?
Hiç endişem yok, o günler bitti artık.
- Daha umutlusunuz galiba...
Çok daha umutluyum. Tabii ki daha iyi olabilirdi. Keşke iktidar partisi bazı şeyleri yapmasaydı, keşke Tayyip Erdoğan bu kadar sert olmasaydı, gibi çok şey söyleyebiliriz ama özellikle dışarıdan baktığınız zaman Türkiye istikrar adası, gittikçe zenginleşiyor, hiç birbirimize karamsarlık aşılamayalım.
- Toplumdaki kutuplaşmayı nasıl görüyorsunuz, herkes biraz endişeli?
Türk toplumu bütün tarihi boyunca birbiriyle boğazlaşmıştır, o devam ediyor. Dün sol-sağ vardı, öbür gün dinci-laik oldu, bugün dindar-endişeli modern oluyor, öbür gün başkası olacak. Biz uzlaşı bilen bir toplum değiliz onun için birbirimize girip girip ayrılacağız.
Saddam Hüseyin ile söyleşisini unutamıyor Birand. Tercüme hatası nedeniyle öfkelenen Saddam bir anda ayağa fırlayıp, 'Sen ne demek istiyorsun, benim dediğimi anlamadın mı şimdiye kadar' diye bağırmış. Boris Yeltsin ise sarhoş gelmiş söyleşiye. 'Karşısındakinin kim olduğunu dahi bilmiyordu. Dünyanın en enayi söyleşisi oldu' diyor.
MEDYA KENDİNİ STAR ZANNEDEN AMA OLMAYAN İNSANLARLA DOLU
- Bir gazeteyi yönetmek istemediğinizi daha önce de söylemiştiniz; neden?
Denedim ve yapamadığımı gördüm çünkü genel yayın yönetmenliği demek egoları burnundan fışkıran insanlarla uğraşmak demek. Emin olun bu saatten sonra insanlarla uğraşmak gibi bir niyetim yok.
- Televizyon bu anlamda daha mı egosuz yoksa ekibiniz mi özel?
Bizim ekibimiz son derece egosuz. Görsel basında bir-iki tane starınız vardır, yazılı basındaysa herkes stardır. İçlerinde hakikaten star olan da vardır ama çok önemli bir bölümü de star falan değildir. En kötü şey de star olmayıp kendini star zannetmektir, o da çok var maalesef.
- Türk basının muhabirle ilişkisi eskisi gibi değil ne oldu o iyi muhabirler küstürüldü mü?
Evet, medya muhabirleri bir süre küstürdü. 12 Eylül'den sonra muhabir yerine köşe yazarları kullanılmaya başlandı. Şimdi geri dönülüyor çünkü kimsenin köşe yazarına ihtiyacı yok.
- Sizin muhabirlerinizle iletişiminiz nasıl?
Çok rahatlıkla ekranda, canlı yayında, 'Ahmet, 'Başbakan çıkış yaptı' cümlesini polis kullanır sen kullanma' diyebilirim. O çocuk da hiçbir zaman buna alınmaz. Onlara daima arkadaş gibi yaklaşırım. Muhabirle en kolay anlaşan kişi muhabirdir. Ben köşe yazarlarıyla anlaşamam çünkü her şeyi en iyi bildiklerini zannederler.
- Birlikte çalıştığınız muhabirler size rakip oldu, izliyor musunuz?
Hem de nasıl! Onlar Mehmet Ali Birand'ın okulundan çıktılar demiyorum çünkü ben de onlardan çok şey öğrendim. Beraber mezun olduk okuldan.
- 32. Gün eskisi gibi olacak mı?
Çok zor... Çünkü artık bütün ana haberler 32. Gün'ün aynısını yapıyor. Bunun ekstrasını yapabilmek için çok büyük bütçe gerekir. Buna da imkan yok. Toplumun ihtiyaçlarına göre şekilleniyor 32. Gün; şimdi toplum, kendi konuşmak istiyor. Bir süre sonra bu da değişecekk.
- Mezun vermeye devam ediyorsunuz. Ekibinizden geçen yıl ayrılan bir grup Fox TV'de başladı...
Bence çok güzel iş yaptılar. Gitmeseler çok memnun olurum ama bakıyorsun burada 5-6 senedir çalışıyor. Oraya çok büyük bir maaşla ve farklı bir konumda gidiyor, durduramıyorsun. Hiçbir zaman önlerine geçmem, çünkü içinde ukde kalır. Onun için uçup gitmeli.
SUNUCU GAF YAPAR BEN YAPMAM
- Anlattıklarınızı okuduğunuz bir prompter var mı kameranın üzerinde yoksa doğaçlama mı sunumlarınız?
Var. Metinler hazırlandığında yayından önce elime geliyor ve kendime göre değiştiriyorum ama ekip de benim dilimi öğrendi ona göre yazıyorlar, zorlanmıyorum.
- Yaptığınız gaflar çok konuşuluyor, doğru tanım dil sürçmesi olmalı sanırım...
Sunucu gaf yapar, ben gaf yapmıyorum. Gaf diyenler de o zaman izlemesinler. Ben konuşurken de böyleyim, Türkçem iyi değildir. Yani Türkçe dersi vermiyorum ki. Sizinle nasıl konuşuyorsam, ekranda da öyle konuşuyorum. Sanıyorum insanların bir bölümünü de o cezbediyor.
SPONSORUM YOK
- Yaptığınız işleri kim beğensin diye yaparsınız?
Cemre beğensin diye yaparım. O beğendikten sonra diğerlerine beğendirmek daha kolaydır. Onun için sürekli haberleri izlettiririm sıkılır ama mutlaka da izler.
- Eşiniz olmasaydı...
Cemre olmasaydı ben bugünkü insan olmayabilirdim, daha huzursuz, zor bir insan olabilirdim. Bu kadar mutlu olmayabilirdim. Ona çok şey borçluyum.
- Giyim kuşamınızı da eşiniz mi belirler?
Kravatlar bana aittir ama genel dizaynı Cemre yapar.
- Saatleriniz?
Saatler benim, saatlere dokundurtmam. Durmadan sponsor mu buluyorsun para mı alıyorsun saatçilerden diyorlar ama hayır, sponsorum yok! Kendi paramla alıyorum. Aslında öyle pahalı saatler de değil. Ucuza, ilginç dizaynlı saati bulabilmek de benim keyfim.
- Saatten başka koleksiyon merakınız var mı?
Eski tartıları biriktiririm; dünyanın neresine gitsem tartı toplarım. Eskiye merakım var ama keşke daha önce resim koleksiyonuna başlasaydım. Son dönemde resme merakım başladı. Daha çok Türk ressamları alıyorum. Resim zaten size kendini satıyor. Beğendiğiniz zaman artık ondan ayrılamıyorsunuz.
- Enerjinizi neye borçlusunuz?
Hayatım boyunca sağlıklı yaşam için diyet yaptım, her sabah bir saat koştum. Bu yaşımda, bu enerjim ve vücudumun direnciyle yaptıklarımın karşılığını alıyorum. 30'undan itibaren spora başlamak şart, başka yolu yok.
REHA MUHTAR GİTSİN BAŞKA YERDE OYNASIN
- Reha Muhtar, Ağca ile yaptığınız röportajda oğlunuz için imzalı fotoğraf istediğinizi iddia etti. Twitter'da yanıt verdiniz ama nedir bunun aslı?
Doğrusu Reha Muhtar ile hiçbir zaman muhatap olmak istemem çünkü çok ayrı insanlarız. İkincisi, Ağca'nın söyleşi yaptığı, böyle bir iddiada bulunduğunun farkında bile değilim, ki olsam bile cevap vermezdim çünkü deli saçması. Hapishanede, kameraman, iki gardiyan; el sıkışmanız bile yasak, ve ben Abdi Ağabey'in katilinden resim istemişim! Abuk sabuk bir iddia. Sanıyorum yeteri kadar ağzının payını verdim ama Reha Bey'in garip bir tutkusu var, CNN'deki programının kaldırılmasının faturasını ödetmeye çalışıyor hala ama başka bir yerlerde oynamasında çok daha yarar var.
Mehmet Ali Birand'ın 'açın gençlerin önünü' diyenlere cevabı:
TUTAN MI VAR, GELSİNLER ALSINLAR
- Bir gününüz nasıl geçiyor?
07.30'da kalkarım. İlk işim gazeteleri okumaktır. Arkasından köşe yazısını yazarım. 11.00'den sonra kanala gelirim. Öğleden sonraki gündem toplantısına katılırım. 18.00 gibi stüdyoya inerim. 20.00'de biter. Eğer varsa bir davete katılırım yoksa eve dönerim. 23.30'da da yatarım.
- Hafta sonlarınız peki?
Hafta sonları hiç kimseye randevu vermem eşimle, oğlumla, torunumla ve arkadaşlarımlayımdır. İş, hiçbir şekilde hayatıma girmez. Ben de sadece çalışmayı övgü konusu sananlar gibi davranıyordum ama artık biliyorum ki tatil şart. Bunu bana eşim öğretti. En büyük keyfim eşimle gezmek ve deniz. Yeni bir tekne aldım Azimut, 55 feet'lik çok keyifli.
- Tekneniz nerede?
Bodrum'da. Ege'yi dolaşıyorum genelde. Kaptan var ama kendim kullanıyorum, eşim Cemre de kullanır.
- Bir hobiniz de dalışmış...
Evet, Cemre benden daha meraklı. Tahiti'de beraber köpek balıklarına daldık. Hayatı renklendiren şeyler...
- Görmediğiniz ülke kaldı mı?
Var tabii dünya çok büyük. En çok istediğim şey, önümüzdeki birkaç sene içinde artık her şeyi bırakıp Cemre'yi alıp dünya turuna çıkmak. Hem de '80 Günde Devri Alem' gibi, ara vermeden.
- Yani emeklilik planı yaptınız...
Siz bırakmıyorsunuz, iş sizi bırakıyor ya da sağlığınız sizi bırakıyor. Önümde 15-20 senem yok, bu nedenle birkaç sene içinde, artık kıvamına gelmiştir, biter; bittikten sonra da kendi hayatımı yaşamaya başlarım.
- Peki, bırakın da artık gençler gelsin diyenlere ne diyeceksiniz?
Gelsin gençler, gelsinler ve alsınlar, kimse onları tutmuyor. Hiçbir zaman biri bıraktı da yerine gelmedim; hep ben aldım. Bu böyledir, herkes alıyor, kimseye verilmiyor hiçbir şey.