Birand'tan tarihi bir yazı daha

Birand'tan tarihi bir yazı daha

Bir önceki yazısında askeri yazan Mehmet Ali Birand, bu kez laik kesimi çok kızdıracak çarpıcı bir yazı kaleme aldı

Mehmet Ali Birand hayatının muhasebesini yapıyor şu günlerde. Eteğindeki taşları bir bir döküyor. "...Evet, genlerimizde darbecilik vardı..." yazısı ile çok konuşulan Birand, bugün de kaldığı yerden devam etti.

"Yeni Türkiye" ya da "değişen Türkiye" geçmişiyle hesaplaşmayı da beraberinde getirdi. 88 yıl önce dikilen gömleğin dikişleri artık tutmuyor. Resmi söylemlerin, tabuların yıkıldığı ortamda itiraflar birbirini izliyor. Özeleştiri yapanların başında gelen tecrübeli gazeteci, bir ömür geçirdiği kendi mahallesinin görünmeyen yüzünü tüm çıplaklığıyla yazdı.

PAYLAŞMADIK

"Askeri hep laik kesim kışkırttı..." başlıklı yazısında günah çıkartan Birand, demokrasiden çok Genelkurmay'a inanmakla büyütüldüklerini söylüyor. Yazısında, madalyonun öteki yüzünü gösterdi, askeri gaza getirenleri tek tek sıraladı: 

"Hayır, işler o kadar basit değil.
Askeri darbeye iten, zorlayan daima laik kesim olmuştur.
Laik kesim ayırımı da şöyledir:
- Genelde CHP; sosyal demokrat politikacılar. İçlerinde normal seçimle hiçbir şey olamayacaklarını bilen, asker sayesinde kendine bir pozisyon sağlamak isteyenler.
- Orta ve büyük sermaye gurupları.
- Emekli ve çalışan yargı bürokrasisi.
- Üniversite öğretim üyeleri.
- Emekli ve muvazzaf askerler.
- Medya.
Hepimizin de ortak bir hedefi vardı:
"Kendi kurduğumuz bir sistemi paylaşmamak..."

TAHAMMÜLÜMÜZ YOKTU

Kurulu düzenin iki büyük düşmanını da yazdı Birand. Ülkenin içinde bulunduğu açmazı da bir anlamda özetliyordu aslında:

- İRTİCA, en çok konuşulan ve en fazla üstüne gidilen düşman idi. Gazetelerde hep sakallı adamların resmi çıkar ve “İki ticani daha yakalandı”, haberleri okunurdu. Siyah çarşaflı kadınlar,  “Karafatma” diye adlandırılırdı. “Mümin”- “Dindar” kişilerle, “Dinciler” arasında bir fark gözetilmezdi. Bu kesim, bizlerin kurduğu sistemin en büyük düşmanı olarak görülürdü. Aramıza girmelerine tahammülümüz yoktu. Hiçbir şekilde onları anlamaya çalışmadık.
- KÜRT SORUNU ise, hiç konuşulmayan ancak çok korkulan diğer düşmandı. Kürtlerin her ayaklanması, “başkaldırı” ve “bağımsızlığa gidiş” olarak nitelendirildi. Gerçek nedenleri araştırılmadı. Fakirlikten , feodal yapıdan, bölgenin özellikleri veya Kürt diye bir etnik gurubun bulunabileceği düşünülmedi. Kürt sorunu dendiğinde, hemen Türkiye'nin bölünmesi akıllara geliyordu. Sürekli asimilasyon ve ret politikaları sürdürdük.

HEP BANA HEP BANA DEDİK

Birand ardından laik kesimin neden düşmanlık beslediğini ayrıntılarıyla anlattı:

"Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren, bu iki geleneksel düşmana karşı sürekli aynı sert yaklaşımı gösterdik. Kendi sistemimizin mühendisliğini yaptık. Bu sistemi oluşturken de, bu ülkenin sadece bize ait olmadığını, dindar kesim ve Kürtlerle de paylaşmamız gerektiğini hiçbir zaman kabullenemedik. Düşünmedik dahi...Düşünenlerimizi de hapishanelere yolladık. Ne Cumhuriyet’in  siyasi sistemini, ne de laik kesimin egemen olduğu ekonomik pastayı paylaştık. "Hep bana-hep bana..."  dedik."